ZEVK SARAYI

Chapter 54: The Pearl of Veradon



Veradon'un turuncu kıyılarına bakan, Fenrir Denizi'nin parıldayan ışıklarıyla çevrili yeni bir yapı, kentin diğer benzersiz mimari eserlerine mütevazı bir katkı sunuyordu. Eric'in üretim dükkanı, bir devin yeryüzüne bıraktığı bir damla gibi yuvarlak, kusursuz bir küre formundaydı. Parlak bir metalik dış yüzeyle kaplı olan yapı, tıpkı Fenrir Denizi'nin ışık oyunlarını yansıtan bir ayna gibiydi. Gündüzleri, güneş ışığına maruz kaldığında dükkanın yüzeyi altın ve gümüş tonlarında parlıyor, üzerindeki holografik desenler hafifçe hareket ederek büyülü bir görüntü yaratıyordu. Geceleri ise, kürenin yüzeyi küçük ve düzenli aralıklarla yerleştirilmiş minik ışık noktalarıyla kaplanıyor, sanki yıldızlarla kaplı bir gökyüzü parçası yere inmiş gibi görünüyordu.

Küre şeklindeki bu yapıya giriş, alt kısmında yer alan geniş bir kemerli kapıdan sağlanıyordu. Kapının çevresi, ince işlenmiş enerji hatlarıyla süslenmişti. Bu hatlar, içeriye her adım atıldığında kısa bir ışık patlamasıyla titreşiyor ve ziyaretçilere mekânın enerjik doğasını hissettiriyordu. Kapının hemen üzerindeki bir panoda, holografik harflerle Eric'in dükkanının adı yazılıydı. İsmi sürekli değişen bir renk döngüsünde parlıyor, rüzgarın melodik sesine uyumlu bir şekilde titreşiyordu. Kapının sağında ve solunda bulunan pencereler ise dükkanın iç mekanına göz atma imkanı sunuyordu. Bu pencereler, camdan ziyade neredeyse su gibi hareket eden bir yüzeye sahipti. Dışarıdan bakıldığında iç mekan, sisli bir perde arkasından izleniyormuş gibi belirsiz görünüyor, ancak yine de içerideki büyülü atmosferin ipuçlarını taşıyordu.

Dükkanın çevresi, Eric'in detaycılığını ve yaratıcı dokunuşlarını yansıtan küçük ama etkileyici detaylarla doluydu. Kürenin çevresini sarmalayan albesolva bitkileri, rüzgarla hareket eden yapraklarıyla dükkanın huzurlu atmosferine eşlik ediyordu. Zemin, Fenrir Denizi'nin enerjisiyle sürekli değişen turuncu zeminle uyumlu bir şekilde dükkanın hemen önünde hafifçe yükselerek bir platform oluşturuyordu. Bu platform, ince ince oyulmuş geometrik desenlerle kaplıydı ve her adımda yumuşak bir ışık hüzmesi yayıyordu. Platformun kenarlarında, küçük enerji lambaları bulunuyordu. Bu lambalar, Eric'in tasarımı olan minyatür güneşlere benziyor ve her biri sıcak bir sarı ışık yayıyordu.

İçeriye adım atıldığında, Eric'in dünyasının kapıları ardına kadar açılıyordu. Dükkanın içi, dışarıdaki teknolojik ve organik uyumu yansıtan bir sanat eseriydi. Mekan, tamamıyla yuvarlak bir forma sahipti; duvarlar, tavan ve zemin arasında hiçbir keskin köşe yoktu. Bu, mekana girenlere sonsuz bir alan hissi veriyordu. Tavanda, gökyüzünü andıran bir holografik ekran bulunuyordu. Fenrir Denizi'nin ışıklarını ve yıldızların yansımasını simüle eden bu ekran, dükkanın atmosferini büyülü bir hale getiriyordu. Hatta bazı müşteriler, dükkanın içindeyken sanki açık hava altındaymış gibi hissettiklerini dile getiriyordu.

Dükkanın merkezinde, büyük bir dairesel tezgah yer alıyordu. Bu tezgah, Eric'in eserlerinin sergilendiği ve aynı zamanda yeni projeler üzerinde çalıştığı bir alan olarak tasarlanmıştı. Üzerinde, ince metalik plakalar, parlak taşlar, ahşap parçalar ve bilinmeyen materyallerle dolu küçük kutular bulunuyordu. Her biri düzenli bir kaos içinde yerleştirilmiş gibi görünse de, Eric'in eline aldığında ihtiyaç duyduğu her malzeme kolaylıkla bulunabiliyordu. Tezgahın hemen yanında, kentin en modern enerji aletlerinden biri olan şeffaf bir holografik çizim masası bulunuyordu. Bu masa, Eric'in yeni tasarımlarını anında hayata geçirmesine ve gerektiğinde bunları üç boyutlu modellerle test etmesine olanak tanıyordu.

Duvarlar, ince raflarla kaplanmıştı. Bu raflarda, Eric'in önceki eserleri, müşterilerin sipariş ettiği yarı tamamlanmış ürünler ve hammaddeler düzenli bir şekilde sergileniyordu. Her rafın altında yer alan ince ışık şeritleri, sergilenen ürünlere odaklanarak onları daha da etkileyici hale getiriyordu. Dükkanın bir köşesinde, küçük bir oturma alanı bulunuyordu. Bu alan, Eric'in müşterileriyle sohbet ettiği ve onların isteklerini dinlediği rahat bir yerdi. Albesolva yapraklarından yapılmış yumuşak minderler, bu alanın sıcak bir atmosfer sunmasını sağlıyordu.

Eric, dükkanın ortasında durmuş, tezgahındaki bir parçayı inceleyerek hafifçe mırıldanıyordu. Gözlerindeki yeşil ışık, Fenrir Denizi'nin renkleriyle uyum içinde parlıyor ve yüzünde her zamanki enerjik ve yaratıcı ifadesi yer alıyordu. Veradon'un ilk müşterileri yavaş yavaş dükkanın kapısına yaklaşırken, Eric, bu yeni başlangıcın heyecanını tüm benliğiyle hissediyordu.

Eric, tavana doğru bakarken bir an duraksadı. Beyaz renkli, yıldız benzeri noktalarla süslenmiş yüzeyin ona çok monoton göründüğüne karar verdi. Elini yavaşça önündeki holografik ekranın üzerinde gezdirerek, hafif mavi bir ışık izi bıraktı. Ekrandaki simgeler, parmaklarının hareketine yanıt olarak dönüyor, kayıyor ve Eric'in zihnindeki görüntüyü şekillendirmeye başlıyordu. Birkaç saniye içinde, tavan tamamen değişmişti. Şimdi yukarıda, kendi dünyasının gökyüzü uzanıyordu; parlak ve canlı mavi bir fon, yer yer beyaz bulut kümeleriyle süslenmiş, içini nostaljik bir huzurla dolduruyordu. Birkaç saniye boyunca yalnızca gökyüzünü izledi, derin bir nefes aldı ve Y.G.K.'deki eğitim günlerini hatırlamaya başladı.

O zamanlar, Malken Krallığı'nın sayılı yeteneklerini barındıran akademiye kabul edildiğinde, tüm hayatı kökten değişmişti. Dünyasından alınmış, hiç bilmediği bir diyarda, tamamen farklı bir düzene adapte olmaya çalışmıştı. İlk günler, diğerleriyle rekabet etmek zorunda kalmanın getirdiği baskı ve yoğun eğitim temposuyla başa çıkmak ona zor gelse de, zamanla yeteneğiyle ön plana çıkmayı başarmıştı. Kral IV. Bagrius'un bizzat akademiyi ziyaret ettiği gün, Eric'in tasarımlarına hayran kalışı ve mezuniyetinden sonra kendisine bir fırsat sunacağını söylemesi, hayatında dönüm noktası olmuştu. İşte bu yüzden burada, Veradon'un kalbinde, Fenrir Denizi'nin kıyısında bir dükkan sahibiydi. Bu dükkan, onun hayalleriyle krallığın ileri görüşlülüğünün bir birleşimiydi.

Düşüncelerinde kaybolmuş bir şekilde, önündeki masaya geri döndü. Ucu yassı, kavisli bir orağı andıran bir ekipman üzerinde çalışıyordu. Bu araç, tarım ve kesim işlerinde kullanılan sıradan bir orak gibi görünse de, Eric'in tasarımı onu sıradanlıktan uzaklaştırıyordu. Sap kısmı, hafif ve dayanıklı bir alaşımdan yapılmıştı; holografik bir ekranla donatılmıştı ve kullanıcıya hareketli bir enerji hattı sağlıyordu. Kesici uç ise, enerji dalgalarını yoğunlaştırarak sadece hedeflenen yüzeyde etkili olabilecek bir sistemle tasarlanmıştı. Eric, ince aletlerle orağın enerji devrelerini ayarlarken, holografik ekranın rengi hafifçe değişip parlamaya başladı.

Tam bu sırada, dükkanın kapısı açıldı. Yumuşak bir melodik ses, albesolva bitkilerinin rüzgarla hareket eden melodilerine karışarak içeriyi doldurdu. Eric başını kaldırıp girişe doğru baktığında, karşısında oldukça dikkat çekici bir figür belirdi. Adamın üzerinde gül rengi bir pelerin vardı, bu pelerin Fenrir ışık tozlarının yansımasıyla sanki kendi kendine dalgalanıyormuş gibi parlıyordu. Ancak adamın yüzü, en az pelerini kadar çarpıcıydı. Cilt rengi, kan kırmızısına çalan yoğun bir tonla insanın bakışlarını mıknatıs gibi çekiyordu. Keskin hatlara sahip yüzü, donuk bir ifade takınmıştı. Gözleri, derin bir karanlıkta saklanıyor gibi, dikkatle ve merakla Eric'i izliyordu.

Eric, elindeki ekipmanı masaya bırakarak gülümsemeyle doğruldu. "Hoş geldiniz! Ne kadar ilginç bir ziyaretçi! Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi, ses tonuna doğal bir sıcaklık katarak. Eric'in içten tavrı, müşteriler üzerinde her zaman etkili olmuştu, ancak bu kez karşısındaki adamın tepkisiz duruşu, kısa bir sessizlik anı yarattı.

Adam yavaşça içeriye doğru adım attı. Pelerinin altından uzun, siyah bir elbise ve metalik çizmeleri görünüyordu. Sesi, neredeyse fısıldarcasına yumuşak ama bir o kadar da kararlı bir şekilde konuştu: "Eğer duyduklarım doğruysa, burası Veradon'da başka hiçbir yerde bulunmayan türden eserler yaratan bir tasarımcının dükkanı. Eric, değil mi?" dedi, adını söylerken ince bir alay mı yoksa hayranlık mı taşıdığını ayırt etmek zordu.

Eric, adamın sesiyle irkilmeden, kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Doğru. Sizin gibi dikkat çekici biri, burada sıradan bir şey aramak için gelmiş olamaz. Size özel bir şey tasarlamamı mı istiyorsunuz, yoksa hazır bir parça mı arıyorsunuz?" dedi, elini masadaki orağa doğru uzatarak.

Adam birkaç saniye boyunca Eric'e dikkatle baktı, sonra ağır adımlarla tezgaha yaklaştı. "Bunun ne olduğunu merak ettim," dedi, orağı işaret ederek. "Ama benim aradığım şey, bu kadar basit bir alet değil. Daha... etkili ve daha tehlikeli bir şey olmalı."

Eric'in gözleri heyecanla parladı. "O halde," dedi hafif bir gülümsemeyle, "bana neye ihtiyacınız olduğunu anlatın."

Adam, ağır ama kendinden emin bir sesle konuşmaya başladı. "Ben Zulu," dedi, ismini sanki ağırlığını hissettirmek ister gibi bir tınıyla dile getirerek. "Najor Dağları'na bir keşif için gidiyorum. Bu yolculuk sıradan değil; bu yüzden hazırlıklı olmam gerek."

Eric, Zulu'nun ciddi ifadesine ve dikkat çeken varlığına bir an için odaklandı, sonra düşüncelere daldı. Najor Dağları, güzelliği kadar tehlikeleriyle de ünlüydü. Oraya yolculuk edenler genelde iyi donanımlı olurdu, ama Zulu'nun giyimi ve tavrı, basit bir yolcudan çok daha karmaşık bir amacı olduğunu gösteriyordu. Eric, bir anlık tereddütten sonra gülümsedi. "Anladım," dedi. "Sadece tek bir ekipmanla bu yolculuğa çıkmanız pek akıllıca olmaz. Size birkaç parça önerim olacak."

Masasının arkasına geçerek alt raflardan birkaç kutu çıkardı. İlk olarak, hafifçe parlayan, ince ve zarif bir bıçak kaldırdı. Kılıfından sıyırdığı bıçağın kenarları, zümrüt yeşili bir ışıkla titreşiyordu. "Bu, Emerald Fang adını verdiğim bir bıçak. Ufak ama oldukça etkili. Kılıçlara ya da ağır ekipmanlara ihtiyaç duymadığınızda, keskinliğiyle sizi fazlasıyla koruyabilir. Özellikle kaygan veya sert yüzeylerde kullanıldığında, enerji kenarı sayesinde her türlü zorluğu aşabilir."

Ardından, şeffaf bir kutudan küçük bir el cihazı çıkardı. Bu cihaz, hafifçe titriyor ve üzerindeki minik bir panel, enerji seviyelerini gösteriyordu. "Bu da Luminorb. Ufak ama güçlü bir ışık kaynağı. Sadece çevrenizi aydınlatmakla kalmaz, aynı zamanda enerji akışlarını tespit edebilir. Najor Dağları gibi sisli ve tehlikeli bir bölgede, hem görüş hem de yön bulma konusunda işinize yarar."

Son olarak, avuç içine rahatça sığacak bir cihaz gösterdi. Bu cihaz yuvarlaktı, üzeri kabartmalı desenlerle süslenmişti ve arka yüzünden ince bir mavi ışık süzülüyordu. "Bu ise Barrier Core. Acil durumlar için kısa süreli bir enerji kalkanı oluşturur. Sadece birkaç saniyelik bir koruma sağlar, ama doğru anda kullanıldığında hayat kurtarabilir."

Zulu, sunulan her parçayı dikkatle inceledi. Bıçağı eline alıp dengesi ve hafifliğini test etti. Luminorb'u açıp etrafında döndürdü ve cihazın yayılan yumuşak ışığını gözlemledi. Barrier Core'u incelerken ise kısa bir süre Eric'e bakarak hafifçe başını salladı. "Bunların hepsi etkileyici," dedi. "Bu yolculukta ihtiyacım olan her şeyi karşılayacak gibi görünüyor. Peki ya fiyat?"

Eric, sakin ama kararlı bir şekilde cevapladı. "Eğer yeterince mabagınız varsa, toplamda 400 mabag eder. Ancak ödeme için değerli bir hammadde ya da bir taşınız varsa, bu da kabul edilir. Özellikle Fenrir Denizi'nden ya da Najor Dağları'ndan elde edilen tozlar veya mineraller... Onlar da geçerli bir takas aracı olabilir."

Zulu, Eric'in önerisini birkaç saniye düşündü. Bir elini pelerininin altına atarak, bir şeyler arıyormuş gibi durdu. Ardından, avuç içinde duran minik, yassı taşlara benzeyen, pastel mavi bir renkte parlayan bir dizi mabag çıkardı. Eric, bu taşların ışık altında hafifçe parlayışını gördüğünde, Zulu'nun ödemeyi yapmaya karar verdiğini anladı. "400 mabag," dedi Zulu, taşları Eric'in tezgahına koyarken. Taşların rengi ve parlaklığı, Veradon'un ticaret standardında tam değerini açıkça ortaya koyuyordu.

Eric, taşları toplarken içinden hafif bir memnuniyetle gülümsedi. Mabag, Malken Krallığı'nın her noktasında kabul gören evrensel bir ödeme birimiydi. Değerleri, üzerlerindeki hafif desenler ve renk tonlarına göre belirleniyordu. Bu pastel mavi mabaglar, orta sınıf bir ticaretin sorunsuzca tamamlanması için yeterliydi.

"Anlaşma tamam," dedi Eric. "Ekipmanlarınız hazır. Dikkatli olun, Najor Dağları her zaman olduğu gibi belirsizdir."

Zulu, ekipmanları dikkatle topladı ve peleriniyle örterek onları güvenle sakladı. Son bir kez Eric'e dönerek, derin ve sakin bir tonla, "Teşekkürler, Eric. Belki geri döndüğümde yeniden görüşürüz," dedi. Ardından, ağır adımlarla dükkandan çıktı. Gül rengi pelerini, Fenrir Denizi'nin ışık tozlarının arasında yavaşça kaybolurken, Eric, onun hakkında düşünmeden edemedi. Bu adamın Najor Dağları'nda ne aradığını ve gerçekte kim olduğunu merak ederken, yeni müşterileri için dükkandaki düzenine geri döndü.

Eric, satıştan kazandığı mabagları dikkatle dükkanın arka tarafında yer alan kasasına aktardıktan sonra, masasında duran yarım kalmış tasarımına geri döndü. Ucu yassı, kavisli bir orağın maket kopyasını eline aldı ve onu birkaç kez dikkatle çevirdi. Çizim neredeyse tamamlanmıştı; son birkaç detayın planını zihninde netleştirirken büyüleyici bir odaklanma sergiliyordu. Yaratıcılığı ve özeni, her dokunuşunda hissediliyordu.

Üretim bölümüne doğru ilerledi. Bu alan, dükkanın kalbi gibiydi; her şeyin hayata geçtiği, sıradan malzemelerin olağanüstü eserlere dönüştüğü yer. İçeri adım attığında, geniş dairesel bir tezgahın etrafında sıralanmış çeşitli enerji cihazları, hammaddeler ve parlak, renkli büyü tozu kavanozları dikkat çekiyordu. Eric, maketin yanında duran metal alaşımlı hammaddeleri eline aldı ve üretim haznesine yerleştirdi. Ardından, mor ve altın rengiyle titreşen büyü tozundan bir miktar alıp aynı hazneye ekledi. Toz, hazneye dökülürken havada kısa bir süre süzüldü ve hafif bir ışık dalgasıyla karışarak diğer materyalleri sarıp kavradı.

Üretim sürecini başlatmak için elini holografik bir kontrol paneline uzattı. Ekrandaki simgeler, parmaklarının hareketiyle yanıp sönerken Eric, tasarımı sisteme entegre etti. Tasarımın detayları bir ışık şeridi şeklinde panelde belirirken, makine yavaşça harekete geçti. Üretim alanından gelen mekanik ve hafif melodik sesler, büyü tozu ile teknolojinin birleşiminden kaynaklanan eşsiz bir tını yaratıyordu. Bu süreç, Eric'in en sevdiği anlardan biriydi. Tasarım zaten hazır olduğundan, üretim süreci kendi kendine ilerleyecek ve bir süre sonra tamamlanacaktı.

Eric, makinenin çalışmasını kısa bir süre gözlemledikten sonra, içinden bir memnuniyetle gülümsedi. Üretim bölümünden ayrılarak ana alana geri döndü ve masanın üzerinde bıraktığı diğer parçaları topladı. Bu sırada, dükkanın sessizliğine rağmen Fenrir Denizi'nin uzaklardan gelen melodik hışırtısı ve albesolva bitkilerinin hafif rüzgarla çıkan tınıları ortamı dolduruyordu.

Biraz temiz hava almak ve dükkanın dışını kontrol etmek için kapıyı açtı ve dışarı adım attı. Veradon'un eşsiz atmosferi bir kez daha tüm görkemiyle karşısındaydı. Turuncu zemin, Fenrir Denizi'nin yansıyan ışıklarıyla dans ediyor, üzerindeki ince ışık damlacıkları Eric'in her adımında parlıyordu. Ufukta, Najor Dağları'nın pembe tonları göz kamaştırıcı bir şekilde yükseliyor, Fenrir Denizi'nin gökkuşağı sisleriyle birleşerek büyülü bir manzara yaratıyordu.

Eric, kıyıya yakın duran bir grup geminin limanda ağır ağır yanaştığını fark etti. Yelkenleri Fenrir'in ışık tozlarıyla parlayan bu gemiler, başka diyarlardan gelen tüccarları ve maceracıları taşıyor olmalıydı. Veradon'un kalabalıklaşmaya başlayan sokaklarına bakarken, kentin sonsuz hareketliliği ve enerjisi onu bir kez daha hayran bıraktı. Kendi dünyasından koparılıp buraya getirildiği ilk günleri hatırladı. Şimdi ise, bu karmaşık ama güzel kentte kendine bir yer edinmişti.

Derin bir nefes aldı, hafifçe gülümsedi ve içeriye geri dönmeden önce son bir kez Fenrir Denizi'ne doğru baktı. Ufuk çizgisi, sanki başka bir boyuta açılan bir kapıymış gibi parlıyordu. Bu manzarayı izlerken içinde, henüz gerçekleşmemiş tasarımlar ve maceralara dair bir heyecan kıpırtısı hissetti. Geri dönüp dükkanının kapısını kapattığında, işini büyütmek ve Veradon'da daha büyük izler bırakmak için kendine yeni hedefler belirlemişti.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.