ZEVK SARAYI

Chapter 52: 8



Kızıl Dostlar ekibi, salondaki ışıkların yavaş yavaş kısıldığını ve gösterilerin her an başlayabileceğini fark edince, "Önce dostlarımız," diye kararlarını pekiştirdiler. Normah ve Tersan önde, Sinf ve Tina arkada, diğerleri de sessizce onlara uyarak "exit" tabelasının gösterdiği geniş kapıdan çıktılar. Kapıdan ayrılırken arkalarında kalan coşkulu müziği ve neşeli kalabalığı bir süre duyabiliyorlardı. Kutlamaya kısa süreliğine ara verseler de, gönülleri hâlâ arenadaki görkemli zaferin sevincini taşıyordu.

Koridorlar, salonun ışıltılı atmosferine kıyasla daha loştu. Yer yer duvarların kıvrımlarına yerleştirilmiş sihirli meşaleler, durgun alev ışıklarıyla önlerini aydınlatıyordu. Kızıl Dostlar, uzun bir yürüyüşten sonra revir olarak kullanılan geniş odaya ulaştı. İçeri girdiklerinde, odanın köşesinde ufak bir çalışma masası, sağda birkaç yatak ve ortada da iyileştirme büyüsü için ayrılmış geniş bir alan gördüler. İçerisi sakin ve sessizdi; yalnızca hafif bir sihir uğultusu kulağa çalınıyordu.

Govma, tüylü bir dost olarak minik bedenini toparlamış, yumuşak bir minderde dinleniyordu. Onu gören Tersan, hemen yanına gidip minik dostunun başını sevgiyle okşadı. Karnah ise Govma'nın patilerini kontrol etti, "Neyse ki ağır bir zarar yokmuş," diye mırıldandı. Yorgunluktan gözleri yarı kapalı olan Govma, Kızıl Dostlar'ı görünce hafifçe mırıldanarak kuyruğunu salladı. Bu, ona özgü bir "her şey yolunda" işaretiydi.

Bellero ise mekanik bir baykuştu. Atölyeyi andıran bir masanın üzerinde hafifçe kanatlarını açıp kapamaya çalışıyor, ama sol kanadının metal tüylerinde belirgin birkaç çizik ve ezik göze çarpıyordu. Revirdeki bir görevli, Bellero'nun yanına yaklaşarak "Tamiratının büyük kısmı tamamlandı. Hâlâ birkaç ince ayar ve yağlama işlemi gerekecek ama kısa süre içinde yeniden uçabilir," dedi. Uhura ve Vingyu, Bellero'nun parlak metal gözlerinin hâlâ eski canlılığını koruduğunu görünce rahat bir nefes aldı. Özellikle Vingyu, "Merak etme dostum," diye fısıldadı, "en kısa zamanda yeniden gökyüzünde birlikte süzülürüz."

Kızıl Dostlar, Govma ve Bellero'nun durumunu daha detaylı öğrenmek için görevliyle kısa bir süre konuştu. Govma'nın hafif yaraları sebebiyle birkaç gün dinlenmesi tavsiye ediliyordu. Bellero'nun ise metal kanadındaki hasarın tamamen düzeltilmesi için usta bir zanaatkârın son bir dokunuşuna ihtiyacı vardı. Ancak ikisi de tehlikeli bir durumda değildi, bu da grubun üzerindeki endişeyi büyük ölçüde hafifletmişti.

"Siz burada rahat olun," dedi Normah, Bellero'yu ve Govma'yı bir süre daha gözden geçirirken. "Kutlamaya katılıp biraz dinlendikten sonra yine geliriz. Belki de onur töreninin ardından sizleri de yanımızda isterler." Tersan da "Kesinlikle," diyerek onayladı. İkisinin de bakışlarında derin bir şefkat vardı. Ardından grup, görevliye ve revirdeki diğerlerine teşekkür ederek oradan ayrıldı.

---

Revire yaptıkları bu hızlı ziyaretin ardından, Kızıl Dostlar kendileri için hazırlanan odalara yönelip üstlerini değiştirerek kutlamanın resmî bölümlerine uygun giyinmeye karar verdiler. Oda kapısına kadar herkes sessizce yürüdü. Koridordaki loşluk, içerideki sahnede sergilenecek ihtişam için bir nevi zıtlık yaratıyordu.

İçeri girdiklerinde, her birinin yatağının üzerinde ya bir elbise, ya da bir takım elbise özenle serilmişti. Normah, daha önce kararlaştırdıkları gibi koyu mavi elbisesini giyerken, saçlarını zarif bir topuzla topladı. Yüzünde yumuşak bir gülümseme ve zaferin verdiği huzur vardı. Tina, omuzlarını ve kollarını açıkta bırakan mavi elbisesini giydi. Kırmızı saçlarının dalgaları, mavi kumaşın üzerinde çarpıcı bir kontrast yaratıyordu. Gözlerinde o bildik inatçı irade ışıldarken, yine de yüzünde bir gölge gibi duran o endişe seziliyordu.

Robert, normalde sade giyinmeyi sevmesine rağmen bu özel gece için siyah kadife bir ceket, beyaz bir gömlek ve ince bir kravat tercih etmişti. Temiz ve gösterişli stiliyle, salondaki herkesin ilgisini çekeceği kesindi. Sinf ise parlak, ince tül bir kıyafetle bedenindeki ışıltıyı daha da öne çıkarıyordu. Onun etrafa yayılan huzurlu aurası, bir mücevher gibi ışık saçıyordu. Tersan, devasa yapısına uygun koyu gri bir ceket ve siyah pantolonla görünüyordu; kasvetli renkler, onun heybetli varlığını vurguluyor ama yine de ortama resmî bir hava katıyordu. Karnah, kendine uygun koyu yeşil bir elbise giydi. Sessiz duruşuna rağmen, gözlerinin derinliğinde bir memnuniyet okunabiliyordu. Vingyu da hafifçe kapanabilen kanatlarına uyumlu, zarif kesimli bir kıyafet seçmişti. Dar omuz kesimleri kanatlarını rahatsız etmiyor, aynı zamanda bedenine zarif bir siluet kazandırıyordu.

Hazırlıklarını tamamlayan grup, tekrar salonun yolunu tuttu. Geri döndüklerinde, önceki loş koridorlar yerini büyülü bir ışık cümbüşüne bırakmıştı. Yukarıda, tavana yansıtılan yıldızlar ve gezegenler şimdi daha parlak bir şekilde hareket ediyor, müzisyenlerin çaldığı hafif ezgilerle birlikte perdelere renkli ışıklar vuruyordu. Salondaki konukların sayısı da artmış, ortadaki boş alan ritmik müzik eşliğinde dans etmek isteyenlerle dolmuştu. Masalar, kokteyl tepsileri ve egzotik içeceklerle çevrilmiş, neşe neredeyse somut bir aura hâlini almıştı.

Kızıl Dostlar'ın şık kıyafetleri ve az önce arenada sergiledikleri kahramanlıkları bir araya gelince, salondakiler onları görür görmez alkışlarla selamladı. İçlerinden bazıları hayranlıkla yaklaşıp ufak tebrikler fısıldıyor, bazıları da ekibin yanından geçerken başıyla saygı duruşunda bulunuyordu. Bu ilgi, onları bir parça utandırsa da arenadaki müthiş çabalarının bir sonucu olduğunu biliyorlardı.

Derken, anonsçu o güçlü ve karakteristik sesiyle salondaki müziğin üzerine çıktı:

"İşte, günün kahramanları tekrar aramıza döndü! Kızıl Dostlar ekibi, lütfen sahneye davetlisiniz!"

Alkış sesleri salonun her köşesinde yankılanırken, ekibin her bir üyesi kısa bir bakışma yaşadı. Tersan omuz silkerek "Görünüşe göre bu gece dinlenmek yok," diye fısıldadı gülümseyerek. Normah, "O hâlde gitme vakti," diyerek ekibe işaret verdi. Kızıl Dostlar, sahnenin ortasında kurulan küçük platforma doğru ilerlerken, konukların açtığı koridordan geçtiler. Robert, sahneye çıkmadan önce hafifçe kravatını düzeltti; Tina ise başını dik tutarak yavaş ve kendinden emin adımlarla yürüdü.

Sahneye vardıklarında anonsçu, ekibe dönerek coşkulu bir sesle konuşmaya başladı:

"Sevgili konuklar, bugün arenada olağanüstü bir performans sergileyen, bizlere hem heyecan hem de ilham kaynağı olan Kızıl Dostlar ekibiyle birlikteyiz! Onları alkışlarla selamlayalım!"

Salon bir anda coşkuyla doldu. Alkışlar, ıslıklar, tezahüratlar eşliğinde Kızıl Dostlar, kısa bir selam verdi. Normah, mikrofon veya büyülü ses taşını eline aldı:

"Sizlere teşekkür ederiz. Bu turnuva, sadece bizim değil, arenada mücadele eden tüm ekiplerin zaferini yansıtıyor. Bizim için en büyük mutluluk, dostlarımızla omuz omuza çarpışıp, birlikte bu tecrübeyi paylaşmak oldu."

Onun ardından Robert, "Hepimizin kendi hikâyeleri var. Bu salon, o hikâyelerin bir araya gelip büyük bir şölene dönüştüğü yer. Teşekkürler," diyerek ekledi. Tina, Karnah ve diğerleri de kısaca sahnede kendilerini ifade ettiler. Arkalarında yavaş yavaş ışıklar değişirken, müzisyenler de alkışlarla beraber canlı bir ritim tutturmaya başlamıştı.

Anonsçu, "Teşekkürler Kızıl Dostlar! Şimdi sizi kutlamaların en keyifli anları için sahnenin yanındaki masalara davet ediyoruz," diye seslendi. Alkışlar yeniden yükseldi, salonun her yanına bir dalga gibi coşku yayıldı. Işıklar biraz kısıldı, sahnenin ortasında ince bir sisle birlikte bekleyen müzisyenler, gösteri için son hazırlıklarını tamamlamaya başladı.

Birazdan başlayacak danslar, illüzyon gösterileri ve müzik şöleni, hiç şüphesiz bu geceyi unutulmaz kılacaktı. Kızıl Dostlar, Govma ve Bellero'nun iyi olduğunu bilmenin, zaferin getirdiği mutluluğun ve salondaki herkesin onlara gösterdiği saygının verdiği huzurla yerlerine geçtiler. Gece, büyünün, zaferin ve dostluğun harmanlandığı, yeni bir dönüm noktasının başlangıcını müjdeliyordu.

Salonun ortasındaki platformdan yükselen son alkışlar ve tezahüratlar, Kızıl Dostlar ekibinin zafer duyurusunu taçlandırdıktan sonra, yerini yavaş yavaş sihirli bir sessizliğe bırakmıştı. Bu sakinlik, kutlamaların sona erdiği anlamına gelmiyordu; aksine, asıl gösterilerin şimdi başlayacağına dair güçlü bir işaretti. Büyülü ışıkların sahnede sırayla kısılıp yeniden parlaması, havada belli belirsiz gezinen egzotik bir koku ve kenarlarda bekleyen tuhaf kostümlü sanatçıların yarattığı atmosfer, salonun geri kalanına yumuşak bir merak duygusu yayıyordu.

Kızıl Dostlar ekibi, sahnenin hemen yan tarafındaki konuklara ayrılmış özel masaya yerleşmişti. Normah, Robert, Tina, Tersan, Karnah, Uhura, Sinf ve Vingyu, herkes kendi sandalyelerini çekerek etrafa yerleşti. Biraz önce sahnede "günün kahramanları" olarak anons edildikleri için, çevrelerindeki konukların ilgisi hâlâ üzerlerindeydi. Birçok çift göz, masanın etrafında toplanan bu renkli gruba ve onların arasındaki samimi havaya dönük bakışlar atıyordu.

Masanın tam ortasında, belli belirsiz mavi bir ışıltıyla parlayan büyülü bir kadeh duruyordu. Bu kadehin sırrı, içine konulan içeceği her yudumda kısa bir parıltıyla ışıldatmasıydı. Ekibin pek çoğu, ilk defa böyle bir nesneyi bu kadar yakından görüyordu. Robert, göz ucuyla kadehe bakıp hafifçe gülümserken, "Eğer buna benzer bir şey yapabilirsem, Akademi'de kimsenin dilinden düşmem," diye şaka yaptı.

Tam o sırada sahnede ilk sanatçılar belirmeye başladı. Beyaz ve altın renkli kıyafetler giyen hava akrobatları, yüksek tavana asılı gümüş halkalar ve ipek şeritlerle ustaca dans ediyor, neredeyse yerçekimini yok sayıyorlardı. Işıklar kısılıp tek bir projektör onlara odaklandığında, izleyen herkesin kalp atışları hızlanıyor, bedenini sanki büyüyle kaplı bir heyecan dalgası sarıyordu. Akrobatlar tavandaki ipleri, halkaları ve silindirleri ustalıkla kullanarak, havada adeta süzülüyormuş gibi döne döne ilerliyorlardı.

"Bu adamlar resmen kuş gibi!" diye fısıldadı Tersan, geniş omuzlarını masaya dayanarak. Yanında oturan Vingyu, hafifçe kanatlarını geriye doğru kıvırıp iç geçirdi. "Bizim kanatlar belki onlara da takılsa, çok daha etkileyici şeyler yaparlar," dedi, gülerek. Bu sözler ikilinin etrafında kısık bir kahkaha dalgası yarattı. Normah, "Yeter Tersan, kendin de Vingyu'ya özenirsin bazen, kanatlarım olsa uçardım diye hayıflanır dururdun," diyerek arkadaşına takıldı.

Hemen ardından, sahne yavaş yavaş değişti ve illüzyon sanatçıları ortaya çıktı. Sihir bükenler, parmaklarının ucunda uçuşan minik ışık toplarını havada tutuyor, onları rengârenk kelebeklere, yelpaze benzeri bir buluta veya çiçek tomurcuğuna dönüştürüyordu. Zaman zaman büyülü alevler, kağıttan yapılmış gibi görünen anlık gölgeleri sarıyor, anında başka bir renge bürünüyordu.

"Bakın!" diye fısıldadı Uhura, Karnah'ın koluna hafifçe dokunarak. "O sihir dalgası neredeyse bizim kullandığımız saldırı büyülerine benziyor, ama çok daha zarif." Karnah, gözlerini sahneden ayırmadan başıyla onayladı: "Belki de bu gösteriler, savaş alanında kullandığımız gücün daha sanatsal bir yansımasıdır. Gerçekten etkileyici."

Gösterilerin bir sonraki aşaması, ışık ilizyonistlerinin sahneye çıkmasıyla başladı. Yerdeki karanlığı kısa keskin lazer benzeri ışınlarla yarmaya başladılar. Tavana yansıyan ışık huzmeleri, büyülü bir kubbenin içindeymişsiniz hissini uyandırıyordu; sabit duran yıldız projeksiyonları, bir anda dalgalı çiçek motiflerine, sonra da devasa bir ejderha siluetine dönüştü. Sanki tavanda uzanan gökyüzü, illüzyonistlerin sihirli dokunuşlarıyla bin bir farklı masala evriliyordu.

Masada oturan Kızıl Dostlar ekibi, bir yandan sahnedeki görkemli gösteriyi izliyor, bir yandan da kendi aralarında hafif sohbetlere dalıyordu. Sinf, parlak bedenini hafifçe titreterek Tina'ya doğru eğildi. Tina, rahatça konuşamadığı anlarda jest ve mimikleri kullanır ya da havaya alev tozuyla ufak çizimler yaparak duygu ve düşüncelerini ifade ederdi. Bu kez de kulağının yanından yukarı doğru yükselen minik kırmızı bir çizgiyle bir "döngü" işareti çizdi, sonra Sinf'e bakarak ifadesini netleştirmek için kaşlarını kaldırdı. Sinf, "Zor bir gün oldu hepimiz için," dedi, Tina'nın işaretini anladığını gösterircesine. "Şimdi biraz dinlenme, biraz kutlama vakti. Endişelenme, her şey yoluna girecek." Tina başıyla onayladı, gözleri yeniden gösteriye yöneldi ama aklının başka şeylerle meşgul olduğu da yüz ifadesinden anlaşılıyordu.

Tina, salonun hafif aydınlığında büyülü ışıkların dansını izlerken, ensesindeki eksik yüzgeç hakkında düşüncelere dalıp gidiyordu. Bu yüzgeç, onun bir dönüşüm sürecinin neredeyse tamamlanmış ama sona erememiş bir parçasıydı. İçinde sürekli bir rahatsızlık hissi vardı; bazen sanki boynuna takılı bir ağırlık gibi, bazen de harekete engel olan bir eksiklik gibi hissediyordu. Robert'in sihir konusunda becerikli olduğunu biliyor, aynı zamanda mekanik tasarımlarda da eli oldukça yatkın olan arkadaşları olduğunu hatırlıyordu. Belki de ondan bir yardım talep edebilirdi. Bir yüzgeç, belki de yarı biyolojik, yarı mekanik bir uzantı, kim bilir? Bu düşünce aklına her geldiğinde içi hem umut hem de garip bir tedirginlikle doluyordu.

Robert, sessizce elindeki kadehi çevirerek Tina'ya bakışlar atmaya başlamıştı. Daha önce de fark etmişti bu eksik yüzgeci ve Tina'nın her ne kadar dışarıya yansıtmamaya çalışsa da bu konuda hassas olduğunu hissediyordu. Göz göze geldikleri kısa anlarda, Tina genellikle hemen bakışlarını kaçırıp başka yöne çevirmeye çalışırdı. Robert bunu onun utangaçlığına mı, yoksa konusu açıldığında canını acıtan bir eksikliği saklama çabasına mı yormalıydı, kestiremiyordu. Normah ise bu bakışma trafiğini fark etmiş, sahnedeki gösteriyi izliyormuş gibi yaparken bir yandan Robert'a ufak sırıtışlarla bakıp duruyordu.

"Robert," diye fısıldadı Normah, kadehini masaya koyarak. "Tina'ya böyle bakmaya devam edersen, insanlar yakında senin gözü başka bir şey görmüyor sanabilir." Robert hafif bir öksürükle sarsıldı, yanağı kızarmış gibi oldu. "Sadece gösteriyi izliyordum," diye mırıldandı ama sesi pek de ikna edici çıkmamıştı. Bu kez Tersan lafa daldı: "Hangi gösteriyi? Akrobatlarınki mi, sihir bükenlerin mi, yoksa yanan kırmızı saçlı bir başka özel gösteri mi?" Tersan'ın alaycı tonu, Robert'ın hafiften terlemesine neden oldu. Tina her ne kadar doğrudan konuşmayı nadiren tercih etse de, masadaki alaycı gülümsemeleri ve Normah'ın ufak takılmalarını hissedebiliyordu. Tersan'ın kalın sesi, çoğu zaman fısıltıdan daha çok normal konuşma seviyesinde olduğundan, konuşmanın yarısını da salondaki diğer konukların duyması işten bile değildi. Bu yüzden Robert, "Pssst, biraz sessiz olsana," diye Tersan'ı uyardı.

Öte yandan Uhura, Karnah'ın yanında oturuyor, başını Karnah'ın omzuna yakın bir noktaya eğerek "Revirde Govma'yı o hâlde görmek biraz içimi burktu," diye mırıldanıyordu. Karnah da ona hak vererek, "Ben de aynı şeyi hissettim. Ama neyse ki ciddi bir yarası yok, sadece birkaç günlük dinlenmeye ihtiyacı olacak," dedi. Uhura'nın gözlerinde hafif bir rahatlama vardı, sesi daha yumuşak çıkıyordu. "Sen de yakından gördün," diye devam etti. "Biz arenadayken, Govma ve Bellero defalarca ölüm kalım çizgisinde dolaşmış belli ki. Neyse ki revirde iyi bir bakım var. Biraz daha toparlandıklarında yanımızda olacaklar." Karnah'ın dudakları ufak bir tebessümle kıvrıldı. "Aynen öyle," diye onayladı.

Sinf, arada bir aurasını yayarak masadaki herkese ufak bir sakinlik duygusu veriyordu. Bu onun doğal yeteneklerinden biriydi; parlak tozlarını gözle göremeyecek kadar ufak parçalara böler, ortamdaki negatif duyguları hafifletir, bir huzur rüzgârı estirirdi. Bu nedenle masada, zaferin mutluluğunu paylaşmanın yanı sıra, herkesin içinde tatlı bir dinginlik de doğuyordu. Vingyu, kendi kanatlarını hafifçe açıp kapayarak Sinf'e doğru eğildi: "Bunu bilerek mi yapıyorsun, yoksa sen konuşurken otomatik olarak mı gerçekleşiyor?" Sinf gülümsedi, "Hem hem," dedi melodik sesiyle. "Bazen bilerek, bazen de kontrolsüz, içimdeki sevgi ve arkadaşlık hissiyle ortaya çıkıyor." Vingyu, bu sözlere hafif bir baş selamıyla karşılık verdi: "Hayranlık duyuyorum, Sinf."

Gösteriler akıp giderken, salonun ışıkları yeniden değişti. Sihirli projektörler bu defa zemine doğru odaklandı ve hava akrobatlarının yerini sahneye sıralanmış dansçılar aldı. Kostümleri, tüylerle ve renkli parçalarla süslenmişti. Bir yanda karnavalı andıran hareketli bir müzik duyulurken, diğer yanda oryantal ezgilere benzer bir ritim duyulur oldu. Sihir bükenler, bu dansçılara eşlik edebilmek adına müzikal notaları adeta büyüyle yeniden şekillendiriyor, anlık geçişlerle tempoyu değiştiriyorlardı. Bu sırada masanın etrafındaki konuşmalar da hızlandı.

Normah, Tersan, Karnah ve Uhura, dansçılardan en çok hangisinin hareketlerini sevdiklerini tartışırken; Robert ve Tina arasındaki sessizlik, kısa bakışlarla dolu bir diyaloğa dönüşmüştü. Tina, sahnede dans edenlere baktıkça içinden "Kim bilir, eksik yüzgeç tamamlandığında bu kadar özgür hareket edebilir miyim?" diye geçiriyordu. Belki de Robert'la konuşursa, bir çözüm bulabilirlerdi. Ama nasıl soracaktı? Kelimelerle anlatmaya çalıştığında sesinin titremesi, kelimelerin düğümlenmesi onu yoruyordu. Jest ve mimiklerle veya alev tozlarıyla anlatabilirdi fakat böylesi özel bir ricayı ifade etmek çok zor olacaktı.

Robert da masanın üzerinde duran o büyülü kadehe odaklanmış gibi görünüyordu ama gözlerinin kenarından Tina'yı kolladığı çok belliydi. İçinden, "Ona nasıl yaklaşmalıyım? Yaptığım büyüler veya mekanik tasarımlar onun için uygun olur mu? Onu incitir miyim?" diye endişeleniyordu. Tam o esnada Normah, önünde duran boş kadehi yavaşça eline aldı ve masadaki diğerlerine göz kırparcasına, "Ne dersiniz, birlikte bir kadeh kaldıralım mı? Bu geceyi unutulmaz kılan ne kadar çok sebebimiz var," dedi.

Bu çağrıya bir anda herkes kulak kabarttı. Uhura, Vingyu ve Tersan da kadehlerine uzandılar. Karnah, "Kesinlikle," dedi, "Hele de Govma ve Bellero'ya bir selam göndermemiz lâzım." Sinf, kadehini kaldırırken ışıkları yansıtan bedeni hafifçe titreşti. Tina ise kadehini havaya doğru kaldırıp, gözlerini kısa süreliğine kapattı; belki de sessiz bir dilek tutuyordu. Robert, "Aynen öyle, onların yokluğunu hissetsek de şu an güvenle iyileşiyor olmaları içimizi rahatlatıyor," diye ekledi. Normah, "O hâlde, zafere ve bizim can dostlarımıza!" diyerek hafif bir gülümseme eşliğinde kadehini dokundurdu. Kristalin çınlama sesi, masadaki her birinin gönlüne küçük bir sevinç kıvılcımı bıraktı.

Büyülü kadeh, parıldayan içecek sayesinde sanki her yudumda dudaklara usulca bir melodi fısıldıyordu. Karnah, "Ne garip bir duygusu var," diye mırıldandı. "Sanki her yudumda kısa bir rüya görüyorum." Uhura gülümsedi, "Belki de sihirli," dedi. "Malum, burası öyle bir arena ki her şey mümkün."

Hemen yan tarafta oturan Tersan, kadehinin dibini çekerken yine Tersan'ca bir espri patlattı: "Ben rüyayı falan geçtim, midemde kelebekler uçuşuyor. Bunu kim icat ettiyse gidip kendisini tebrik edeceğim." Vingyu, kanatlarını hafifçe titreterek "Seni midende kelebeklerle baş başa bırakabiliriz, biz biraz nefes alalım," dedi, kahkaha atarak. Bu sözler masadaki herkesi güldürdü; Tersan'ın alaycı mizahı, Vingyu'nun ince yanıtlarıyla birleşince ortaya hoş bir neşe çıkıyordu.

Bir süre sonra, sahnedeki dans ve ışık gösterilerinin finaline doğru yaklaşıldı. Hareketli ritimler, yerini daha duygusal bir melodiye bıraktı. Kırmızı, turuncu ve pembe tonlarının karışımından oluşan bir ışık düzeni, tavanda çiçek açar gibi süzülerek dansçıların üzerinden yayılıyordu. Dansçılar, son figürlerini yaparken ellerindeki tüllerle salonun ortasında döndüler ve en sonunda hep birlikte yere diz çökerek başlarını öne eğdiler. Işıklar tamamen söndü, birkaç saniyelik bir karanlık oldu. Ardından bir gökkuşağı patlamasını andıran şimşek gibi beyaz bir ışık çaktı; dansçılar alkışların ortasında ayağa kalktı. Bütün salonu dolduran bu görkemli kapanış, "bu geceyi unutamayacaksınız" dercesine bir finaldi.

Kalabalık ayağa kalkıp büyük bir coşkuyla alkış tutarken, Kızıl Dostlar ekibi de masalarından kalkıp sanatçıları selamladılar. Ancak çok uzun sürmeden hepsi yeniden yerine oturdu, çünkü henüz gecenin bitmediğini, belki daha küçük çapta başka sürprizlerin de olabileceğini hissediyorlardı. Masadaki kadehler yeniden dolduruldu, sohbet, gösterilerin ardından daha rahat ve konforlu bir hâl aldı.

Normah, Robert'a dönerek alaycı bir bakış attı: "Peki, efsanevi büyücü, mekanik ustası ve kahraman Robert, gönül meselelerinde de bu kadar başarılı mısın?" Robert kendini sırtına bir yük binmiş gibi hissederek, "Gönül meselesi mi? Nereden çıktı şimdi bu?" diye kısık sesle sordu. Tersan, Normah'ın sözlerini duyar duymaz ilgisini bakışlarıyla belli etti: "Ne oluyor orada?" Karnah ve Uhura da kulak kabarttı. Sinf ve Vingyu ise konuşmayı uzaktan dinliyor, Tina'nın tepkisini görmek için ikisinin arasındaki sessiz gerginliği izliyordu.

Tina, masadaki bu konuyu sezinleyince mahcup oldu. Normal şartlarda alev tozuyla "lütfen bu kadar açık olmayın" gibi bir işaret çizebilirdi, ama herkesin dikkati oraya yönelmişken iyice utanacağını düşünerek sessizliğini korudu. Normah, Tina'nın bu halini görünce ona doğru gülümseyerek göz kırptı; belli ki amacının biraz şakalaşmak olduğu ortadaydı. "İşte böyle Robert," dedi, "Sen daha ne olduğunu anlamadan, Tersan yarın turnuvanın diğer üyelerine de anlatır, 'Bizim Robert'ın sevdası var galiba' diye." Tersan da "Aman canım, dalga mı geçiyorsun, neden anlatayım?" diyerek yarı ciddi, yarı şakacı bir ifadeyle karşılık verdi.

Robert, içinde büyüyen heyecanı saklamak için kadehten bir yudum aldı, sonra "Biraz hava almaya ihtiyacım var sanırım," diyerek masadan kalktı. Bu hareket, Tina'nın gözlerini anında Robert'a çevirdi. Robert, kimseyle fazla göz göze gelmeden "Birazdan dönerim," diye mırıldandı ve salonun yan kapısından dışarı çıktı. Tersan, arkasından gülerek laf attı: "Koşma, yorulursun!" Bu sözlere masadakilerin çoğu hafif kıkırdamalarla karşılık verdi.

Tina, Robert'ın aniden ayrılışını görünce içinde büyük bir gelgit hissetti. Yanaklarına doğru sıcak bir akıntı yürümüş gibiydi; acaba bu fırsatı kaçırmamalı mıydı? Belki de ensesindeki yarım kalmış evrimsel süreci ona açmanın tam vaktiydi. Onun yapabileceği bir icat, bir mekanik yüzgeç, belki bu huzursuzluğu giderebilir ve kendisine yeni bir özgüven katardı. Ama ya Robert, böyle bir talep karşısında çekinir veya onunla alay ederse? Ya da bu konunun başkaları tarafından duyulması Tina'yı tekrar incitirse?

İçinde süregelen bu savaş, onun alev tozlarıyla pek çok kez dışarı yansıttığı, ama doğrudan ifade edemediği duyguların toplamıydı. Masadaki diğerleri, durumu fark ederek ona karışık bakışlarla destek vermeye çalıştılar. Normah, Tina'nın eline hafifçe dokundu ve alçak sesle, "Belki gitmeli ve ne söyleyeceksen söylemelisin," dedi. Tersan da bu kez ciddileşmiş bir ifadeyle, "Evet, kimse kendi içine atarak çözemez böyle şeyleri," diye ekledi. Karnah ve Uhura, başlarıyla onay veriyordu.

Tina bir an gözlerini kapattı, içinde biriken cesareti toparlamaya çalışırken, havada turuncu bir alev çizgisiyle ufak bir "karar" simgesi oluşturdu; bu, onun kendine özgü sembollerinden biriydi, bir nevi "tamam, yapmalıyım" demenin işareti. Sonra masadan yavaşça kalktı ve Robert'ın arkasından gitmek üzere adım atarken, kalbindeki çarpıntı neredeyse tüm bedeni sarıyordu.

Salonun duvarlarındaki renkli ışıklar, içeride devam eden sohbetler, dansçıların tebrikleri ve sihirli müzik, her şey arkada kalıyordu. Tina, Robert'ı bulup onunla konuşmaya karar vermişti. Eksik yüzgeç meselesi, duygularını açıp açmama ikilemi, kalbinin derinlerinde kabaran çekingen bir sevgi... Tüm bunlar birbiriyle sarmalanmış vaziyetteydi. Yüzünde beliren kararlı ama mahcup ifade, aslında tüm Kızıl Dostlar ekibi için yeni bir hikâyenin başlangıcına işaret ediyordu.

Masada oturan Sinf, Tina'nın arkasından bakıp parlak tozlarını hafifçe titretti. "Dilerim her şey yoluna girer," dedi, yumuşak sesiyle. Tersan, kadehini kaldırdı, "Hadi, bir kez daha kaldıralım bu kadehleri, sadece Govma ve Bellero'ya değil; aynı zamanda her birimizin umutlarına!" Karnah ve Uhura da mutlulukla karşılık verdiler. Normah gülümseyerek kadehini havaya kaldırdı ve gözlerini kısarak: "Zafere, dostluğa ve yeni başlangıçlara!" dedi. Vingyu, kanatlarını usulca kanepesine değdirip, "Onlara ve bizlere," diyerek ekledi.

Sonra her biri, büyülü kadehlerini yudumladılar. Çınlayan ince kristal sesi, gösterilerin artık geride kaldığı ama kalplerde ışıltılı bir geleceği müjdeleyen o büyülü ânı mühürledi. Hava akrobatlarının ve sihir bükenlerin gösterisi bitmiş, ışık ilizyonistleri sahneyi terk etmişti. Fakat şimdi, salondaki herkesin göremeyeceği, perde arkasında bambaşka bir gösteri başlayacaktı: Robert ve Tina'nın kalplerindeki cesaretin, eksik parçaların ve muhtemel yeni bir aşkın hikâyesi…

Ve Kızıl Dostlar için, arenadaki büyük zaferden belki de daha önemli olan, dostluklarının ve kişisel yolculuklarının meyve vereceği yeni ufuklar tam da bu gecede aralanacaktı.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.