Chapter 56: 3
Eric, dükkanının önünde durup şehrin büyüleyici manzarasını izlerken, Veradon'un kendine özgü yapısının nasıl genişlediğini düşünüyordu. Batıda, Najor Dağları'nın gölgeleri uzanıyor, heybetli zirveleri alacakaranlık moruna çalan bir tonla gökyüzüne yükseliyordu. Güneyde ise, büyü tozu tarlaları, havada dans eden ışık partikülleriyle birlikte kentin sınırlarını aşarak bilinmezliğe uzanıyordu. Veradon'un zemini, bu iki bölgeye gidildikçe turuncudan alaca karanlık moruna dönüşerek şehrin büyüsel ve coğrafi dokusunu yansıtıyordu.
Şehir, Najor Dağları'na doğru uzanan yay biçimli bir geçide sahipti. Bu geçit, Koolil Krallığı'na bağlanan ana ticaret yolu olarak kullanılıyor ve Veradon'un sokaklarını da bu doğrultuda ayırıyordu. Eric'in dükkanı, Fenrir Denizi'nin kıyısına yakın ama aynı zamanda şehrin merkezine konumlandırılmıştı. Burada ticaretin kalbi atıyor, çeşitli tüccarlar, sanatçılar ve gezginler arasında sürekli bir hareketlilik yaşanıyordu.
Dükkanının sol çaprazında, gökyüzüne yükselen yıldız şeklinde, iki ayağı yere çapraz konumlandırılmış devasa bir yapı parlıyordu. Faldor'un Evi olarak bilinen bu konaklama tesisi, uzak diyarlardan gelen yolculara ve tüccarlara ev sahipliği yapıyordu. Binanın yüzeyinde dalgalanan altın çizgiler, büyü ile şekillendirilmiş süslemeler gibi parlıyor, geceleri adeta bir yıldız gibi ışıldıyordu.
Faldor'un Evi'nden Najor Dağları'na bakan, merkez caddesine doğru ilerlediğinde, Gölge Arenası'nın ışıkları parlıyordu. Bu arena, holografik büyü teknolojisi kullanılarak yaratılan yaratıkların birbirleriyle dövüştüğü bir eğlence merkeziydi. Yuvarlak ve yassı bir mimariye sahip olan bu yapı, kırmızı, portakal rengi ve ametist tonlarında ışıltılar saçıyor, dövüşlerin ritmine göre renk değiştiriyordu.
Eric, dükkanının civarında diğer satıcıları, hammadde tüccarlarını ve farklı dükkanları gözlemledi. Burası tam anlamıyla ticaretin ve sanatın birleştiği bir noktaydı. Çeşit çeşit ürünler, nadir bulunan hammaddeler ve egzotik sanat eserleri, şehrin bu kısmında bir araya geliyordu. Eric, tüm bu hareketliliğin ortasında, kendini Veradon'un akışına kaptırmış bir şekilde izlerken liman tarafında bir uğultu duydu.
Başını çevirip baktığında, Fenrir Denizi'nin dalgalarının yumuşak melodisine karışan bitkilerin tınılarını fark etti. Hem dükkanının çevresinde büyüyen albesolva bitkileri, hem de limanın kenarında uzanan rüzgârla melodik sesler çıkaran deniz otları, ortamın büyüsünü tamamlayan doğal bir orkestraydı.
Ancak Eric'in asıl ilgisini çeken şey, limana yanaşan büyük, parlak kırmızı ve elmas rengi karışımında devasa bir gemiydi. Yavaşça iniş platformuna sabitlenen bu ihtişamlı geminin üst kısmında, ince enerji hatlarıyla işlenmiş büyü simgeleri parlıyordu. Gemi, dış yüzeyinde yankılanan hafif dalga efektleriyle adeta ışığın suya düşen yansımaları gibi titriyor, büyü ve teknolojiyle şekillendirilmiş bir sanat eseri gibi duruyordu.
Eric, gözlerini gemiden ayırmadan, merakla içinden çıkan kalabalık grubu izlemeye başladı. Oldukça iyi giyimli, farklı ırklardan gelen varlıklar bir araya toplanmış, ağır adımlarla platformdan iniyorlardı. Zarif kumaşlarla örtülmüş cübbeleri, parlak mücevherlerle süslenmiş giysileri ve üzerlerinde bulunan semboller, bu grubun sıradan yolcular olmadığını açıkça gösteriyordu. İçlerinden bazıları, uzun tüylü şallara sarınmış yaşlı bilgeler gibi duruyordu. Diğerleri ise, bileklerine dolanan ince metal halkalar taşıyan savaşçılar ya da ticaret loncalarının geleneksel kıyafetlerini giyen tüccarlar olabilirdi.
Ancak grubun tam ortasında duran figür, hepsinden çok daha etkileyiciydi. Devasa bir dişi varlık, kalabalığın merkezinde ilerliyor, her adımında zemini hafifçe titretiyordu. Yüksekliği, etrafındaki diğer yolcuları gölgede bırakıyordu. Zırhı, kırık yıldız motifleriyle süslenmişti ve uzun, karanlık renkli bir pelerin omuzlarından dökülüyordu. Cildi, pürüzsüz ama sert, metalik bir tona sahipti; sanki bir taş heykel canlanmış gibi görünüyordu. Gözleri, donuk gümüş ışıklarla parlıyor, hareketleri sakin ama otoriter bir hava taşıyordu.
Eric, kaşlarını hafifçe çatarak bu gizemli varlığı inceledi. Bu gemi, Veradon'a neden gelmişti? Bu grup, kimdi? Ve özellikle o devasa dişi varlık, neyin peşindeydi?
Merakı giderek artarken, limandaki kalabalığın içinden birkaç kişi yavaşça Faldor'un Evi'ne doğru yönelmeye başladı. Ancak büyük figür, limanın ortasında durarak gözlerini Veradon'un merkezine çevirdi. Bir an için bakışları, doğrudan Eric'in dükkanına yönelmiş gibi geldi. Eric'in içinde belirsiz bir kıpırtı oluştu.
Bu gece Veradon'a gelenler, sıradan misafirler değildi.
Eric, gözlerini devasa varlığa dikmişti. Kadının heybetli bedeni, Fenrir ışıklarının yansıması altında hafifçe titreşiyor, her adımında neredeyse yer çekimine meydan okuyan bir zarafet sergiliyordu. Ancak asıl dikkat çekici olan, onun hareketleriydi. Bir anlığına sanki görünmez bir güç tarafından çağrılmış gibi duraksadı, ardından ışıkla örülmüş görünmez bir bağla çekiliyormuşçasına yoluna devam etti. Ayaklarının altında beliren soluk ışık halkaları, her adımda birbiri ardına kaybolarak onu ileriye taşıyor gibiydi. Veradon'un taş yollarında yankılanan adımları, yalnızca fiziksel varlığını değil, taşıdığı gizemi de pekiştiriyordu.
Eric, dev varlığın Faldor'un Evi'ne girerken içgüdüsel bir şekilde nefesini tuttu. Yıldız şeklindeki konaklama evinin geniş kapıları, ziyaretçisini ağırlamak için sessizce açılmıştı. İçeriden yükselen yumuşak ışıklar, büyük varlığın gölgesini anlık olarak süzüp içine çekti. Ardından kapılar usulca kapanarak şehri bir kez daha sırların ardına sürükledi.
Eric, bir an daha orada dikildi, fakat fazla oyalanmamaya karar verdi. Yoluna devam ederken, batıdan yani Najor Dağları tarafından, şehirde alışık olmadığı yeni bir topluluğun Faldor'un Evi'ne doğru hareketlendiğini fark etti.
Bu yeni gelenler, şehrin sıradan yolcularından farklıydı. Koyu renkli pelerinler giymiş, yüzleri neredeyse tamamen kapalıydı. Giydikleri kumaşlar, Najor Dağları'nın gece gökyüzünü andıran renklerinde hafifçe dalgalanıyordu. Zırh ya da silah taşımıyorlardı, ancak yürüyüşlerinde bir tür disiplin vardı. Belki de rahipler ya da keşişlerdi, ya da sadece sırlarını kimseyle paylaşmak istemeyen bir topluluktu. Onları en garip kılan şey ise, grubun hiç konuşmamasıydı. Sessiz, senkronize adımlarla ilerleyerek Faldor'un Evi'ne doğru akıyorlardı.
Eric, bir an düşündü. Bu kadar kısa süre içinde gelen bunca yabancı… Veradon'a ne oluyordu? Genellikle ticaretin ve keşiflerin durağı olan bu şehir, son zamanlarda çok daha farklı türden yolculara ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Ancak bunun nedenini henüz çözebilmiş değildi.
Bu düşünceler içinde, evine doğru hareketlendi. Ancak tam o sırada liman tarafından tekrar bir uğultu yükseldi. Eric başını çevirdiğinde, Fenrir Denizi'nin turuncu ışıklarıyla yıkanmış bir dizi büyük geminin limana yanaşmakta olduğunu gördü. İlki kadar ihtişamlı olmasalar da, bu gemiler de alışıldık ticaret gemilerinden farklıydı. Gümüş rengi zarif gövdeleri ve üzerlerinde işlenmiş ince büyü desenleri, taşıdıkları yolcuların ya da yüklerin sıradan olmadığını gösteriyordu.
Eric, hafifçe kaşlarını çatarak bu durumu gözlemledi. Peş peşe gelen bu gemiler, Veradon'un durgun akışına yeni dalgalar getirmeye hazırlanıyordu. Ancak bunların nereye varacağını zaman gösterecekti.
Yoluna devam ederken, aniden gökyüzünden gelen bir uğultu duyuldu. Bir taşıt, gökyüzünü yararak süzülüyordu. Bu, kanatlı ve ince yapılı bir hava aracıydı; büyü ve mekanik sistemin birleşiminden doğmuş bir mühendislik harikasıydı. Hafifçe parlayan mavi motorları, Fenrir ışıklarıyla yansıyıp kaybolurken, aracın yüzeyinde zarif semboller dalgalanıyordu. Belli ki yüksek statülü birine ait ya da önemli bir kargo taşıyordu.
Eric, taşıtı gözleriyle takip etti. Gölge Arenası'nın olduğu bölgeden geçerek, Faldor'un Evi'nin üzerini aşarak, doğrudan şehrin merkezine doğru kayboldu. Kim bilir hangi amaca hizmet ediyordu? Belki de şehirdeki hareketlilik yalnızca limandan ibaret değildi.
Tam o sırada, caddenin kenarındaki bir çatıdan aşağı süzülen bir şey fark etti. Hafifçe açılan zarif kanatlar… Kanatlı bir aile, Veradon'un sokakları arasında zarifçe süzülerek ilerliyordu. Anne, baba ve iki küçük çocuk… Hepsi kanatlarını yavaşça çırparak alçaldı ve caddeler arasında kayboldu. Eric, bu manzaraya kısa bir süre baktı. Bazı topluluklar için uçmak bir lükstü, bazıları içinse doğuştan gelen bir mirastı.
O an, Veradon'un ne kadar farklı yaşamları içinde barındıran bir şehir olduğunu bir kez daha hatırladı. Dev varlıklar, sessiz keşişler, büyülü taşıtlar, limana yanaşan gemiler, gökyüzünde süzülen aileler… Bu şehir, asla tamamen keşfedilemeyecek bir sır gibiydi.
Eric, gözlerini caddelerin gölgeleri arasında kaybolan kanatlı aileden ayırdı. Gece ilerliyor, Veradon yaşamaya devam ediyordu. Ama Eric'in aklında bir soru vardı: Bütün bu hareketliliğin arkasında ne yatıyordu?
Kendi kendine hafifçe gülümsedi. Belki de bu soruların cevaplarını öğrenmek sandığından daha kısa sürede gerçekleşecekti.
Eric, Tsina Sokağı'na vardığında, şehrin gölgeli taraflarında yaşamın daha durağan bir hâl aldığını fark etti. Burası, Veradon'un daha yerleşik ve yerli halkının yaşadığı bir bölgeydi. Limandaki hareketlilik ve merkezdeki kaotik akış, burada daha hafif bir tempoya bürünmüştü. Dar ama zarif yollar, Fenrir ışıklarının solgun dokunuşlarıyla aydınlanıyordu.
Ancak, bu sessizliğin içinde bir tanıdık figür beliriverdi. Hemen ileride, küçük bir gölge, gece ışıklarının içinde belirginleşiyordu. Eric gözlerini kıstı ve hafifçe gülümseyerek başını iki yana salladı.
"Vay canına, Veradon'un haylaz çocuğu yine sokaklarda!"
Eric'in bahsettiği kişi, küçük ve minik bir üçgene benzeyen, ftik denilen bir varlıktı. Adı herkes tarafından bilinmiyordu; çünkü isimlerden çok, hareketleriyle tanınan biriydi. Onun için "Ftik" demek yeterliydi.
Ftik, Veradon'un gizli damarlarından biri gibiydi. Kimsenin bilmediği yerlere girer, duyulmaması gereken konuşmaları işitir ve her zaman en beklenmedik yerde ortaya çıkardı. Veradon'un sokaklarında dolaşan bir fısıltıydı adeta.
Ftik, Eric'in kendisini fark ettiğini görünce küçük vücudunu hafifçe sallayarak yürümeye başladı. "Hey, Eric! Gecenin bu saatinde hâlâ ayaktasın demek? Yoksa ticaretin tadını biraz fazla mı çıkardın?"
Eric hafifçe iç geçirdi. "Ah, Ftik, senin gibi sokakları dinleyen biri olarak, Veradon'un bu geceki hareketliliğini görmemiş olamazsın."
Ftik, üzerine büyük gelen koyu gri peleriniyle hafifçe kıpırdandı. Minik üçgen bedeni, ışıklar altında farklı bir aura yayıyor gibiydi. Etrafına bakındı, ardından Eric'e daha yaklaşıp fısıldar gibi konuştu.
"Bildiğim kadarıyla bu akşam Gölge Arenası'nda büyük bir etkinlik var. Sanırım insanlar daha çok bunun için buraya geliyor."
Eric'in kaşları hafifçe kalktı. "Gerçekten mi?" dedi, sesi düşünceliydi. Bütün bu hareketlilik, sadece bir arenada gerçekleşecek dövüş için miydi? Limana yanaşan gemiler, devasa varlıklar, sessiz keşişler… Hepsi tek bir olay yüzünden mi buradaydı?
Ftik, üstüne basa basa ekledi: "Bunu Usta Kanur'dan öğrendim."
Eric, Kanur'un kulağının ne kadar delik biri olduğunu düşündü. Her fısıltıyı duyan, her gölgeyi bilen bir adamdı Kanur. Şehrin en dip noktalarında bile neler olup bittiğini bilen biriydi. Eğer o bunu söylüyorsa, yalan olamazdı.
Eric, gözlerini kıstı ve hafifçe başını salladı. "Anlaşılan arenadaki etkinlik tahmin ettiğimizden daha büyük bir şey."
Ftik, hafifçe kıkırdadı. "Eric, bazen seni anlamıyorum. Şehirde olup biten her şeyi bilmek zorunda değilsin. Biraz rahatla ve eğlen!"
Eric hafifçe güldü. "Ah, Ftik. Bir gün ciddiyetle ilgilenmeyi öğreneceksin."
Ftik, ellerini açıp omuz silkti. "O gün gelirse Veradon'da güneş bile doğmaz!"
Eric, gülümseyerek minik varlığa el salladı ve yoluna devam etti. Tsina Sokağı'nın daha da içlerine ilerleyerek beşgene benzeyen evinin kapısına ulaştı. Evinin pürüzsüz, neredeyse organik görünümlü metalik duvarları, Fenrir ışıklarının soluk parıltıları altında yansıyordu. Evinin yüzeyinde, enerjiyi absorbe eden hafif dalgalı çizgiler vardı, bunlar sayesinde sıcaklık dengesi ve iç mekân aydınlatması en ideal şekilde korunuyordu.
Evine girdikten sonra derin bir nefes aldı.
Gece ilerliyordu, ancak Eric'in aklındaki soru işaretleri hâlâ canlıydı. Arenadaki etkinlik gerçekten bu kadar büyük müydü? Eğer öyleyse, acaba yer kalmış mıydı?
Bu sorunun cevabını almak için, odanın sağ tarafında bulunan holografik cihazını etkinleştirdi. Hava paneli hafifçe dalgalanarak açıldı. Önünde saydam bir ekran belirdi ve Gölge Arenası'nın etkinlik bilgilerini taramaya başladı.
Gölge Arenası Etkinliği: "Geceye Karşı Olanlar"
Katılımcılar: Henüz açıklanmadı
Başlangıç Saati: Geceyarısı
Bilet Durumu: Son 10 yer kaldı
Etkinlik Tanımı: "Gece, sadece yıldızları değil, gölgeleri de saklar. Bu etkinlikte, gölgeler arasında süzülen varlıklar ve onların savaş sanatlarıyla tanışacaksınız."
Eric, gözlerini hafifçe kıstı. "Geceye Karşı Olanlar"… Bu başlık, yalnızca bir dövüş etkinliği değil, aynı zamanda bir mesaj gibiydi.
Ekranda bilet rezervasyon seçenekleri belirdi. Eric, vakit kaybetmeden kendi biletini aldı. Arenada olan biteni kendi gözleriyle görmek istiyordu. Bu kadar büyük bir hareketliliğin tek sebebi sıradan bir dövüş olamazdı.
Eric, cihazın ekranını kapattı ve sandalyesine yaslandı. Şehrin üzerindeki gölgeler büyüyor, Veradon bu gece çok daha farklı bir hikâyeye dönüşüyordu.