ZEVK SARAYI

Chapter 57: 4



Gözlerini kapatarak bir anlığına düşündü. Acaba bu geceden sonra Veradon, hâlâ eski Veradon olarak kalacak mıydı?

Eric, evinde yaptığı hazırlıkları tamamladıktan sonra yeniden Veradon'un sokaklarına adım attı. Gecenin ilerleyen saatleri olmasına rağmen, Veradon'un zamanı farklı akardı. Günler ve geceler uzundu; bu yüzden şehir, gündüz olduğu kadar gece de canlı kalırdı. İnsanlar, tüccarlar, maceracılar ve bilinmeyen diyarların yolcuları hâlâ sokaklarda dolaşıyordu. Hava, Fenrir Denizi'nden gelen yumuşak melodiyle serinlemiş, sokaklarda hafif bir hareketlilik oluşmuştu. Veradon'un karakteristik turuncu zemini, arenaya yaklaştıkça mor ve ametist tonlarına dönüşmeye başladı. Gölge Arenası'na doğru ilerlerken, gecenin enerjisini taşıyan anlık sahnelerle karşılaştı.

Bir sokak köşesinde, bir çift büyü tozu fırlatarak şakalaşıyordu. Havada yayılan ışıklı parçacıklar, mor, mavi ve hafif yeşil tonlarında patlıyor, eğlenceli bir görsel şölen oluşturuyordu. Gençlerden biri, elinde tuttuğu küçük keseden aldığı ışıldayan ince tozları, diğerine doğru attı ve anında havada küçük bir parıltı patlaması gerçekleşti. Diğeri, "Hey! O kadar da sert atma!" diye bağırdı ama yüzündeki gülümseme, bu oyundan keyif aldığını belli ediyordu. Eric hafifçe gülümsedi. Büyü, Veradon'un her köşesinde bir oyun, bir sanat, bazen de bir tehlikeydi.

Biraz daha ilerlediğinde, havada süzülen Veradon'un standart taşıtlarını gördü. Yassı, ince bir daireye benzeyen uçan taşıtlar, şehirde en çok tercih edilen ulaşım yöntemlerinden biriydi. Ancak bu gece, taşıtlar ulaşım için değil, yarış için kullanılıyordu. Üç kişi, taşıtlarının üstünde dengede durarak birbirleriyle kıyasıya yarışıyorlardı. Havadaki zarif dönüşler, ışık hızında yapılan keskin manevralar ve taş yolların hemen üzerinde süzülen gölgeleri, bir izleyici kitlesinin bile ilgisini çekmişti. Bazıları yarışçılara tezahürat yaparken, bazıları son hızla dönen taşıtların oluşturduğu rüzgâr dalgalarına kapılmamak için hafifçe geriye çekiliyordu. Eric, bir an için kendi taşıt becerilerinin bu kadar iyi olup olmadığını merak etti. Veradon'da herkes bir şekilde hayatta kalmayı öğreniyordu, ancak bu gençler yalnızca hayatta kalmakla kalmıyor, eğlenmeyi de biliyordu.

Gölge Arenası'na iyice yaklaştığında, etrafındaki sesler çoğalmaya başladı. Şehrin bu bölgesinde varlık sayısı artmış, Veradon'un en ünlü mekanlarından birinin önüne yaklaştığı açıkça belli olmuştu. Gölge Arenası, yalnızca dövüşler için değil, aynı zamanda ticaret ve eğlence için de bir merkezdi. Arenanın girişine yaklaşan yolun her iki yanında büyülü pazarlar kurulmuştu. Satıcılar, tezgahlarını göğe doğru yükselterek, gökyüzüne uzanan ince holografik tabelalarla ne sattıklarını gösteriyorlardı. Eric'in gözleri, büyülü eşyalarla dolu bu pazara kaydı.

Tezgahlar arasında en çok dikkat çekenler büyü tozu satıcılarıydı. Minik şişelerde parıldayan tozlar, farklı kullanım alanlarına sahipti. Bazıları yalnızca eğlence amaçlıyken, bazıları savaşta avantaj sağlayacak kadar güçlüydü. Ufak tılsımlar, kişisel koruma kalkanları, küçük portatif ışık küreleri ve element taşları satılıyordu. Fenrir Denizi'nden çıkarıldığı iddia edilen taşlar, otantik görünse de bazıları sıradan deniz kristallerine benziyordu. Ancak satıcılar, her taşın efsanevi güçlere sahip olduğunu iddia ediyordu. Kristalize içecekler, Fenrir ışıklarından saflaştırılmış enerji içecekleri olarak sunuluyordu. İnsanlara ve diğer varlıklara geçici hız artışı ya da zihinsel odaklanma kazandıran özel iksirler içeriyordu. Eric, bu çeşitliliğe her ne kadar alışmaya başlasa da, hâlâ bazı şeylere şaşırabildiğini fark etti. Veradon, sınırsız olasılıkların şehriydi ve buradaki her şey, onun geçmişinden çok farklıydı.

Biraz daha ilerlediğinde, saf büyü tozundan oluşan ve masmavi parlayan bir aile grubunu fark etti. Ellerini birbirlerine hafifçe değdirerek şakalaşıyor, tılsımlı bir şaka tezgahından alışveriş yapıyorlardı. Bu tür varlıklar, enerjisel formda bulunabilen nadir türlerden biriydi. Tamamen fiziksel bir forma sahip değillerdi ama bir ruh gibi de sayılmazlardı. Eric onların alışverişini izlerken, çocuklardan biri elindeki şaka tılsımını etkinleştirdi. Tılsım anında küçük bir ışık dalgası yayarak havada anlık bir illüzyon yarattı. Ancak ışık dalgası, yanlış yönlenerek neredeyse Eric'e çarpacaktı. Eric hafifçe geri çekildi ve gülerek sahneye baktı. "Sorun yok," dedi, çocukların panik içinde özür dilemesini engelleyerek. "Burası Veradon, burada her şeye hazırlıklı olmalısın." Çocuklar gülüşerek tılsımlarıyla oynamaya devam etti. Eric ise hafifçe başını sallayarak arenanın giriş kapısına yöneldi.

Gölge Arenası'nın giriş kapısı, büyük ama zarif bir tasarıma sahipti. Kapının iki yanında, enerjisel büyü ile işlenmiş devasa taş sütunlar yükseliyordu. Kapının hemen önünde duran iki görevli, gelenleri kontrol ediyor, ellerindeki şeffaf panel cihazlar ile rezervasyonları doğruluyordu. Eric, cihazını çıkardı ve görevliye gösterdi. Hafifçe parlayan holografik bir ekran, biletin onaylandığını gösterdi. "İyi seyirler, Bay Eric," dedi görevli, başını hafifçe eğerek. "Bugün özel bir gece olacak." Eric, bir an duraksadı. Görevlinin sesi, neredeyse bir uyarı tonundaydı. Sadece bir arenaya gelmiyordu, sanki önünde onu bekleyen bilinmeyen bir olay vardı.

Derin bir nefes aldı, başını sallayarak içeri adım attı. Arenanın içi, hiçbir dış mekânla kıyaslanamayacak kadar devasa bir alana açılıyordu. Tavandan yayılan gölgeli ışıklar, izleyicileri ve dövüş alanını bir arada tutuyordu. Yeraltından gelen hafif bir titreme, arenanın enerjisinin harekete geçtiğini hissettiriyordu. Eric, yerine oturmadan önce etrafına bakındı. Bugün buraya gelenler, sıradan bir dövüş izlemeye gelmemişti. Burada sıradanın ötesinde bir şeyler yaşanacaktı.

Eric, giderek dolan arenanın hareketliliğini izlerken gözlerini mekanın ihtişamına çevirdi. Gölge Arenası, Veradon'un en büyük yapılarından biriydi. Dışarıdan bakıldığında geniş, yassı bir disk gibi görünen bu arena, içeriye adım attığınız anda bambaşka bir dünyaya açılıyordu. Tavanı gökyüzünü andıran devasa bir holografik kubbeyle kaplıydı. Kubbede Fenrir Denizi'nin ışıklarının yansıması dans eder gibi duruyordu. Gündüzleri hafifçe değişen bu ışıklar, gece olduğunda çok daha büyüleyici bir hâl alıyordu. Arena duvarları, dövüşlerin ve etkinliklerin değişen ruh haline göre rengini ve dokusunu değiştirebilen büyülü panellerden yapılmıştı. O an, tavanın derinliklerinden sızan mor ve kırmızı ışıklar arenaya gizemli bir hava katıyordu.

Döşemesi ise sıradan bir zemin değildi. Hafifçe parlayan, enerjisel bir yüzeydi ve gerektiğinde arena yüzeyinin değişmesine olanak sağlıyordu. Zaman zaman dalgalanır gibi titriyor, bazen hafif sisler yayarak sanki gerçek dünya ile hayal arasında bir yer oluşturuyordu. Oturma alanları yükselen platformlar şeklinde arenayı çevreliyor, herkesin olan biteni en iyi açıdan görebilmesini sağlıyordu. Ön sıralar en iyi yerlerdi, ancak buraya sadece özel konuklar ve yüksek fiyatlı bilet sahipleri oturabiliyordu. Eric ise orta sıralarda, dövüşleri ve gösterileri net bir şekilde görebileceği bir noktada yerini almıştı.

Zaman ilerledikçe, arenadaki kalabalık gitgide artıyordu. Veradon yerlileri, sokakların alışılmış neşesiyle içeri doluşuyor, aralarındaki sohbetler ve kahkahalar arenanın duvarlarında yankılanıyordu. Ancak kalabalığın büyük bir kısmı Malken topraklarından gelen varlıklardı. Ana kara Malken'in ticaret yollarından gelen tüccarlar, keşişler ve savaşçılar arenanın farklı köşelerine dağılıyordu. Kimileri daha sessizdi, olayları gözlemlemekle yetiniyor, kimileri ise neşeyle sohbet ediyor, bu gece yaşanacakları merakla bekliyordu.

Eric gözlerini kalabalıkta dolaştırırken sonunda limana gelen kırmızı geminin ekibini fark etti. Düzgün giyimli, zarif ama sert görünümlü bu grup, arenanın kenarındaki özel bölümlerden birinde toplanmıştı. Ancak aralarında dikkat çekici bir eksiklik vardı: Dev kadın yoktu. O büyük, heybetli figür, arenaya gelen ekibin içinde değildi. Eric, gözlerini kısıp onları daha dikkatle inceledi. Konuştukları dili anlayamıyordu ama beden dillerinden bir gerilim seziliyordu. Bu varlıklar buraya yalnızca bir gösteri izlemek için gelmiş gibi görünmüyordu.

Arena tamamen dolduğunda, ışıklarda belirgin bir değişim oldu. Önce loşlaştılar, ardından arenanın etrafında ince ince titreşen mavi ve mor ışık dalgaları belirmeye başladı. Seyirciler heyecanla yerlerinde kıpırdanırken, arenanın merkezine odaklanan spot ışıkları açıldı. Tam o anda, sahnenin ortasında parlak bir figür belirdi: Sunucu.

Sesi arenanın dört bir yanına yankılandı. "Hoş geldiniz millet!" diye bağırdı, ellerini havaya kaldırarak kalabalığın coşkusunu artırdı. "Bu akşam güzel gösterilerimiz sizlerle olacak! Bu gece özel bir gece!" Kalabalık alkışlarla ve tezahüratlarla karşılık verdi. Işıklar giderek daha da farklılaşırken, arenanın zemininde hafif titreşimler hissedilmeye başlandı. Eric, sahneye odaklanmıştı ama yanında oturan iki figürün de hareketlendiğini fark etti.

Sağ tarafında, tüylü ve geniş yapılı bir varlık oturuyordu. Derin kahverengi gözleri, arenanın ortasına kilitlenmişti ve başını eğerek mırıldanıyordu. Eric, bunun kendi dilinde bir tür dua mı yoksa sadece bir düşünce mi olduğunu anlayamadı. Sol tarafında ise, vücuduna oranla oldukça küçük bir kafa yapısına sahip, yeşil kapüşonlu bir varlık oturuyordu. Bu figür, ışıklar değiştiğinde arada bir ona dönüp bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Ancak Eric, gösterinin başlamasına odaklandığından onu tam anlamıyla dinleyememişti.

Sunucu, sahnenin ortasında durarak konuşmasına devam etti. "O halde, önce bir gösteri ile başlayalım! Daha sonra gecemize dövüş etkinlikleri ve eğlencelerle devam edeceğiz!" Alkışlar bir kez daha yükselirken, arenanın içindeki ışıklar aniden değişti. Zeminde pembemsi kırmızı bir parlaklık belirdi. Yavaşça titreşen bu ışıklar, arenanın ortasında belirgin bir desen oluşturdu. Sanki o bölge işaretlenmişti. Birkaç saniye boyunca izleyiciler bu desene odaklanırken, zemin aniden değişmeye başladı.

Ortada, büyüyle delinmiş gibi görünen bir boşluk açıldı. Seyirciler bir anlık şaşkınlıkla nefeslerini tuttu. Eric, gözlerini kıstı ve dikkatlice bakmaya devam etti. İçinden yükselen bir figür, göz kamaştırıcı bir şekilde sahneye çıkıyordu. Boşluktan ağır ağır yükselen kişi, daha önce limanda gördüğü dev kadından başkası değildi.

Kadın, olduğu yerden adımını attığında, arenanın tüm ışıkları onun etrafında hafifçe dalgalandı. Işığın ona dokunduğu her noktada zarif bir parıltı beliriyor, figürü adeta bir efsane gibi görünüyordu. O büyüleyici güzelliğiyle, gücünü ve otoritesini tek bir bakışıyla bile hissettirebiliyordu. Seyirciler, ilk anda sessizliğe gömüldü. Sonra, şaşkınlıkla birlikte yükselen bir uğultu arenayı doldurdu. Eric, şaşkınlık içinde kadına bakarken, yanındaki varlıklar da ona dönmüştü. Bir şeyler fısıldaşıyorlardı ama Eric'in dikkati artık tamamen arenanın merkezindeydi.

Bu kadın burada ne yapıyordu? Onu buraya getiren neydi? Ve en önemlisi… Gece boyunca neler yaşanacaktı?

Kadın, arenanın ortasında, yükselen ışıkların arasında belirgin bir figür haline gelmişti. Görkemli bir heybeti vardı, ama bunun sadece fiziksel gücünden kaynaklanmadığı belliydi. Onun varlığı, çevresindeki havayı bile ağırlaştırıyor gibiydi, sanki izleyen herkesin nefesi bir an için kesilmişti. Cildi, metalik bir parlaklık taşıyor, ancak tamamen soğuk bir yüzey gibi de görünmüyordu. Fenrir Denizi'ne düşen yıldız tozları gibi ışıldayan bu deri, ışık altında hafifçe renk değiştiriyor, zaman zaman soluk bir gümüşe, bazen de derin bir bronza bürünüyordu.

Vücudu son derece uyumlu ve zarifti, ancak kaslı ve güçlü bir yapıya sahip olduğu da açıktı. Uzun, geniş omuzları ve zarif bel hattı, onu hem bir savaşçı hem de bir sanatçı gibi gösteriyordu. Parmakları uzun ve zarifti, ancak elleri, bir ustanın elleri gibi kararlılıkla hareket ediyordu. Gözleri ise başka hiçbir varlıkta görülmemiş bir şekilde ışıldıyordu; derin bir gümüş renginde, içlerinde bir girdap dönüyormuşçasına hipnotize edici bir parlaklık taşıyordu.

Kıyafeti, hem savaşçı hem de dansçı bir figürü andırıyordu. Üzerinde, ince işlemeli altın desenlerle süslenmiş, göğüs kısmını saran bir zırh benzeri parça vardı. Bu zırhın alt kısmı, kristalimsi bir kumaşla birleşiyor ve vücudunu zarifçe saran yarı saydam bir eteğe dönüşüyordu. Etek hareket ettikçe dalgalanıyor, her dönüşünde farklı bir ışık yansıtarak göz kamaştırıcı bir görüntü oluşturuyordu. Uzun ve pürüzsüz saçları, koyu bir gece mavisi rengindeydi ve hareket ettikçe ışığın içinde dalgalanan gölgeler gibi görünüyordu. Boynunda, hafifçe titreşen bir enerji halkası taşıyor, bileklerinde altın ve gümüşten işlenmiş, karmaşık büyü desenleri olan bilezikler bulunuyordu.

Kadın, gözlerini yavaşça seyircilere çevirdi. O anda, arenadaki herkesin üzerine bir büyü yapılmış gibi hissettiği belliydi. Onun bakışları, kelimeler olmadan konuşan bir dildi; bir hükümdarın, bir sanatçının ve bir savaşçının birleşimi gibi.

Sunucu, onun ortaya çıkışıyla birlikte coşkulu sesiyle konuşmaya başladı.

"Bu gece buraya Zhira topraklarından gelen sevgili Zhiralılara teşekkür ediyoruz! Sizler, bu muhteşem şehrin enerjisini hissetmek için buradasınız ve biz de size en iyisini sunacağız!"

Kalabalık, tezahüratlarla karşılık verdi. Eric kaşlarını çatmıştı. Zhira toprakları? Orası Malken ana karasının güneybatı bölgesinde yer alan, uzak ama oldukça güçlü bir topluluktu. Oradan gelenlerin sıradan olmadıkları bilinirdi. Kadının buraya gelişinin sebebi sadece bir gösteri olamazdı.

Sunucu devam etti, sesi yankılanıyordu. "Şimdi, bu büyüleyici kadın açılışı yapacak ve etkinliğe devam edeceğiz! Hazır olun, çünkü birazdan kendinizi başka bir dünyada bulacaksınız!"

Eric, kadına bakarak düşündü. Ne tür bir açılış yapacaktı? O an, arenanın köşe noktalarında büyülü enstrümanlar belirdi. Havada asılı duran, kendiliğinden titreşen telli ve vurmalı enstrümanlar, ilk başta ince ve hafif bir melodiyle çalmaya başladı.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.