ZEVK SARAYI

Chapter 59: 6



Tsina Sokağı'na geldiğinde, gecenin sessizliği şehri tamamen sarmıştı. Burası, Veradon'un en sakin bölgelerinden biriydi. Kalabalık buraya kadar ulaşmıyordu. Yalnızca hafif sokak lambalarının titreşen ışıkları ve arada sırada duyulan gece hayvanlarının sesleri vardı.

Eric, evinin bulunduğu köşeye vardığında, gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Veradon'un gökyüzü, bu saatte hala büyülü bir şekilde titreşiyordu. Şehrin üzerindeki enerjiler, limana yanaşan gemilerin ışıklarıyla birleşerek büyüleyici bir manzara oluşturuyordu.

Kapısını açtı, içeri adım attı ve bir an duraksadı. Evinin içindeki huzur, arenadaki kaostan sonra ona farklı bir his veriyordu. İçerisi sessizdi. Dış dünyanın yankıları burada kesiliyor, yalnızca onun düşünceleri ve hatıraları kalıyordu.

Montunu çıkarıp kenara bıraktı, hafifçe gerindi ve masasının yanına giderek sandalyesine oturdu. Dükkanında başlayacağı yeni gün için zihnini dinlendirmek istiyordu, ama arenada yaşananları düşündükçe heyecanı hâlâ geçmemişti.

Gözlerini kapattı ve bir süre boyunca Mordanmua'nın havada yükselmesi, Kızıl Pençe'nin alev kılıcıyla yaptığı son hamle, seyircilerin çılgın tezahüratları gibi anıları zihninde yeniden canlandırdı.

Bu şehir, her zaman beklenmedik şeyler sunuyordu. Ve her yeni gün, yeni bir hikâyenin başlangıcıydı.

Eric, derin bir nefes aldı, yarın dükkanına döneceğini, belki de yeni müşterilerle karşılaşacağını ve belki de arenada gördüğü dövüşün etkisini taşıyan bir eser yaratabileceğini düşündü.

Şimdi dinlenme zamanıydı. Ama biliyordu ki, yarın Veradon'un yeni sürprizleri onu bekliyor olacaktı.

Eric, yeni güne gözlerini açtığında, Veradon'un yavaşça uyanan sokaklarının sesleri kulaklarına dolmaya başladı. Fenrir Denizi'nden gelen hafif esinti, odasının penceresinden süzülerek içeri doluyor, gece boyunca arenada yaşadığı tüm o kaotik heyecanı geride bırakıyordu. Hafifçe gerinerek yataktan kalktı, birkaç dakika boyunca odasında dolaşıp zihnini toparladı. Dükkanında geçireceği günü planlarken, hala arenadaki gösterilerin yankısını ruhunda hissediyordu.

Üzerine rahat bir kıyafet geçirdi, kısa bir kahvaltının ardından sokaklara adım attı. Tsina Sokağı'ndan çıkarak, her sabah olduğu gibi dükkanına doğru ilerlemeye başladı. Sokaklar, yeni günle birlikte daha da canlı hale gelmişti. Tüccarlar, sabahın erken saatlerinden itibaren tezgahlarını kurmuş, sokak boyunca esnaf sesleri yükselmeye başlamıştı. Şehir, kendi ritmine yeniden kavuşuyordu.

Eric, dükkanına yaklaşırken gözleri limana kaydı. Dün gece arenadan dönerken de fark ettiği kırmızı gemi, hâlâ oradaydı. Gemi, parlak kırmızı ve elmas rengi karışımında, büyük ve gösterişli yapısıyla hâlâ limana demirlemişti. Güneş ışınları, geminin yüzeyine vurdukça, gümüş gibi parlayan ince büyü hatları belirginleşiyor, tıpkı Fenrir Denizi'nin ışık oyunlarını yansıtan dalgaları gibi bir görüntü oluşturuyordu.

Eric, gemiyi inceledikçe, arenada gördüğü ilk gösterinin sahibi olan dev kadını hatırladı. Onun sahnedeki zarafeti, dansı ve büyü ile bütünleşen hareketleri hâlâ zihnindeydi. Bu kadının kim olduğu, neden burada bulunduğu ve Veradon'daki varlığının gerçek sebebi hâlâ bir gizemdi. Ama bildiği tek bir şey vardı: Onun performansı ve savaşçı ruhu, zihnine kazınmıştı.

Kafasını hafifçe sallayarak dükkanına yöneldi, kapıyı açtı ve içeri adım attı. Dükkanın içindeki büyülü atmosfer, her sabah olduğu gibi huzur verici bir şekilde onu karşıladı. İçerideki mekanik sesler, holografik panellerin titreşimi ve envanterde yer alan eşyaların hafifçe titreşerek sabahın ilk ışıklarıyla parlaması, buranın yaşayan bir mekân olduğunu gösteriyordu.

Eric, günlük rutinlerine başladı. Önce dükkanın içini havalandırdı, büyü kaynaklı mekanik sistemleri kontrol etti ve sergilenen ürünleri gözden geçirdi. Rafları düzenledikten sonra, çalışma alanına geçerek sabahın en önemli bölümüne başladı: Yaratıcılık zamanı.

Dükkanın merkezinde bulunan yuvarlak tasarım masasına oturduğunda, zihnindeki fikirler canlanmaya başladı. Dün gece arenada yaşananlar, gördüğü gösteriler ve dövüşler, ona yeni bir şey üretme fikrini vermişti.

Elini holografik panelin üzerine koyarak tasarım sürecini başlattı. Önce, gece boyunca gördüğü sahneleri hatırladı. Süpernova ışık yağmuru, tek kanatlı göz kamaştırıcı varlık, Mordanmua ve Kızıl Pençe'nin alevli çarpışması… Tüm bu anılar, kafasında bir tasarım fikri oluşturmaya başladı.

Önüne birkaç farklı malzeme yerleştirdi. Enerji iletkenliği yüksek olan Fenrir kristalleri, ışık yansıtma özelliğine sahip ince metal levhalar ve özel büyü taşları…

Bu eşya, sadece savaş için değil, aynı zamanda bir sanat eseri gibi bir tasarım olmalıydı. Arenada gördüğü performanslar, sadece güç değil, aynı zamanda estetik bir uyum da içeriyordu. Dans, dövüş ve büyü bir araya gelmişti.

Elindeki malzemeleri dikkatlice seçtikten sonra, tasarım sürecine başladı. Holografik çizim panelinde, önce bir daire formu oluşturdu. Bu, arenadaki ışık gösterilerini yansıtan bir form olacaktı. Ardından, çizimin merkezine hareketli, dönen bir mekanizma ekledi. Tıpkı tek kanatlı varlığın süzüldüğü gibi, bu mekanizma da havada hareket edebilmeliydi.

Daha sonra, iki farklı renkli ışık kaynağı ekledi. Biri, süpernova ışık yağmurunu temsil eden ak beyaz ve altın rengi yansımalar içerecekti. Diğeri ise Mordanmua ve Kızıl Pençe'nin çarpışmasını temsil eden kızıl ve mor büyü auraları taşıyacaktı.

Çizimi tamamladıktan sonra, üretim sürecine geçmek için hazırlıklarını yaptı. Çalışma alanındaki metal bileşenleri alarak, önce temel mekanizmayı oluşturdu. Küçük, dairesel çarkları bir araya getirerek, hareketli bir yapı tasarladı.

Daha sonra, büyü taşlarını dikkatlice yerleştirdi. Bunlar, cihazın enerji kaynağını sağlayacak ve renk değişimlerini yönlendirecekti. İnce metal plakaları keserek ışığı yansıtacak bölgelere ekledi. Böylece, eşyaya büyüleyici bir görsellik kazandırdı.

Son olarak, cihaza bir özel etkileşim mekanizması ekledi. Kullanıcısı, cihazı tuttuğunda kendi büyü enerjisini ona aktarabilecek ve etrafa dalgalar halinde ışık yansıtarak farklı efektler oluşturabilecekti.

Üretim süreci ilerledikçe, Eric'in yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bu, arenada gördüğü şeylerden esinlenerek yaptığı ilk eşya olabilirdi, ama muhtemelen sonuncusu olmayacaktı.

Fenrir ışıklarının yavaş yavaş dükkânın pencerelerinden içeri süzüldüğünü fark etti. Gün tam anlamıyla başlamıştı. Yeni bir tasarım üzerinde çalışıyordu, ama Veradon'da her zaman yeni bir hikâye, yeni bir sürpriz ve yeni bir fırsat vardı.

Eric, önündeki çalışmaya bir an için ara verdi ve hafifçe geriye yaslandı.

Bugün, Veradon'da yaratıcı bir gün olacaktı.

Eric, ürettiği bu özel eşyaya nasıl bir isim vermesi gerektiğini düşünerek sandalyesine hafifçe yaslandı. İsim, sadece bir kelime ya da bir unvan değildi; o eşyanın ruhunu, amacını ve hikâyesini taşıyan bir kimlikti. Arenadaki gösteriler, süpernova yağmuru, Mordanmua ve Kızıl Pençe'nin savaşındaki ateş ve gölge dansı, tek kanatlı varlığın süzülen zarafeti… Hepsi bu tasarımın içinde birleşmişti.

"Aurora Sphere…" diye mırıldandı.

Bu isim, süpernova ışıkları, enerjinin döngüsel hareketi ve ışığın gölgelerle birleşmesini simgeliyordu. Aklına takılan bu isim, ona derin bir anlam kazandırmıştı. Bu yalnızca bir eşya değil, belki de başyapıtlarından biri olabilirdi. Bu yüzden fiyatını yüksek tutmaya karar verdi. "1000 mabag." diye düşündü. Eğer biri gerçekten bu eseri almak istiyorsa, onun değerini de anlamalıydı.

Tasarım sürecinin son adımlarını tamamladıktan sonra, üretim cihazına doğru yöneldi. Masadaki holografik çizimleri toparladı, Aurora Sphere'in son taslaklarını inceledi ve ardından ürünü cihaza yüklemek için ayağa kalktı. Dükkanın içinde yankılanan hafif mekanik uğultular, sabahın sessizliği içinde tanıdık bir huzur veriyordu.

Tam üretim cihazına doğru yürürken, göz ucuyla dükkana bir müşteri geldiğini fark etti. Ama gelen figürü tam olarak seçemedi; yalnızca kapının önünde büyük bir gölge belirdiğini görebildi. Bu, sıradan bir müşteri değildi.

Birkaç adım atarak tasarım verilerini üretim cihazına aktardı ve malzeme ihtiyacını görselleştirdi. Holografik panelde beliren listede, Aurora Sphere'in beklenenden çok daha fazla hammaddeye ihtiyaç duyduğunu gördü. Fenrir kristalleri, altın alaşımlı büyü levhaları, yüksek enerjili taşlar ve büyüsel ışık çekirdekleri… Bunların hepsi, cihazın üretim sürecini tamamlayabilmesi için gerekliydi.

Hammaddeleri dükkandaki kasalardan tek tek seçerek cihaza yönlendirdi. Bu eseri yapmak, sadece yaratıcılık değil, aynı zamanda kaynak yönetimi gerektiriyordu. Son eksik parçayı da yükledikten sonra, bir komut vererek üretim sürecini başlattı. Cihazın içinden hafif bir ışık parlaması yayıldı, mekanik ve büyüsel sistemler aktif hale geldi.

Tam o anda, müşteriyle ilgilenmek için alanı terk etmek üzere döndü ve…

Bir anlık şaşkınlıkla olduğu yerde kaldı.

Karşısında duran kişi, arenada gördüğü dev kadından başkası değildi.

Kadın, dün gece olduğu gibi aynı büyüleyici heybetiyle kapının önünde duruyordu. Tavandaki ışıklar onun yüzüne vurduğunda, cildi yine o metalik ama canlı parlaklığı yansıtıyordu. Göğsüne kadar inen koyu gece mavisi saçları, hafifçe dalgalanıyordu. Altın ve gümüş işlemeli giysisi, ince büyü çizgileriyle işlenmiş detaylarla bezenmişti.

Ama en etkileyici olan, onun varlığının dükkandaki tüm enerjiyi değiştirmiş olmasıydı.

O bir savaşçıydı, bir sanatçıydı ve aynı zamanda bir gizemdi.

Eric, birkaç saniye boyunca gözlerini kırpmadan ona baktı. Kadın, dikkatle dükkânın içini incelerken, gözleri Eric'le buluştu. Gümüşi ve girdap gibi dönen gözleri, arenadaki ışık gösterilerinde gördüğü en etkileyici sahneleri bile gölgede bırakıyordu.

Eric, derin bir nefes aldı ve gülümsemeye çalışarak, "Hoş geldiniz." dedi, sesi her zamanki gibi sıcak ama bir o kadar da temkinliydi.

Kadın hafifçe başını eğerek içeriye adım attı.

Ve o an, Eric içgüdüsel olarak biliyordu: Bu ziyaret, sıradan bir müşteri ziyareti değildi.

Eric, karşısındaki dev kadının gözlerini uzun bir süre hissetti. Kadın tek bir kelime bile etmeden, sanki Eric'in ruhunu okumaya çalışıyormuş gibi doğrudan gözlerine bakıyordu. Bu bakış, sadece bir bakış değil, derinlere inen, anlamaya çalışan bir sorgulamaydı. Eric, ilk başta bu sessizliğin nedenini çözmeye çalıştı. Ama birkaç saniye sonra anladı ki, bu kadın sadece onun yüzüne bakmıyor, onun içini görmeye çalışıyordu.

Kadın bakışlarını bir an bile kaçırmadan, hafifçe başını eğdi ve sonunda konuştu.

"Hoş buldum, genç yakışıklı."

Sesi, düşük ama inanılmaz etkileyiciydi. Tıpkı bir rüzgarın dalgalanarak taşları okşaması gibi yumuşak ama otoriterdi. Eric, ilk defa birisinin ona bu şekilde hitap ettiğini fark etti, ama asıl şaşırtıcı olan bu değildi.

Kadın devam etti.

"Efendimin istediği birkaç ekipman var. Bunları sizde bulabileceğim söylendi."

Eric, bir an duraksadı, ama hemen sonra başını sallayarak "Doğru." dedi. Bu dükkanda, ihtiyacı olan birçok şeyi bulabilirdi. Ancak kadının sözlerindeki bir detay, onun zihninde yankılanmaya başladı.

Efendim mi?

Bu kadın… Arenada gösteri yapacak kadar özgüvenli, zarif ve güçlüydü. İnsanların önüne çıkıp ışık ve büyüyle dans ederken, sanki tüm dünyaya hükmediyormuş gibi görünüyordu. Ama nasıl olur da bir 'efendi' figürüne hizmet ediyordu?

Eric, içindeki şaşkınlığı gizlemeye çalışarak hafifçe kaşlarını çattı. "Sizi görünce… Sizin birine bağlı olduğunuzu hiç düşünmemiştim. Daha doğrusu, bir efendiniz olduğunu sanmıyordum."

Kadının gözlerinde bir şey değişti. Hafifçe aşağı doğru baktı, bir an için içindeki bir anıyı yeniden yaşıyor gibi durdu. Yüzüne hüzünlü bir ifade yayıldı.

"Bizler sadece hizmet etmek için yaratılmış varlıklarız."

Bu cümle, Eric'in içine garip bir his oturttu. Sadece hizmet etmek için yaratılmış varlıklar… Bu cümlede, yüzyıllardır süren bir kaderin izi vardı.

Kadın, duraksadı, bakışları uzak bir noktaya kayarken, konuşmaya devam etti.

"Bizi kendine zorla, duyguyla ya da farklı yollarla bağlayanlara karşı hizmetimiz bakidir."

Eric, o ana kadar anlamadığı bir şeyi fark etti. Bu kadın, özgür değildi. O bir seçim yapmamıştı. Onun varlığı, sadece kendisini sahiplenenin istekleri doğrultusunda şekillenmişti.

Eric'in zihninde bir sürü soru oluşmaya başladı. "Zorla mı? Duyguyla mı?" Bağlılık… Gerçekten de onun seçiminden mi kaynaklanıyordu, yoksa başka bir şeyden mi?

Kadın, ona doğru bir adım attı. Eric ile arasında yuvarlak tasarım masası vardı. Eric, kadına bakarken başını yukarı kaldırmak zorundaydı. Kadın gerçekten uzundu. Onun fiziksel büyüklüğü bile bir güç göstergesi gibiydi ama şimdi söylediği sözler, bu heybetli varlığın nasıl da kırılgan bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyordu.

Kadın, gözlerini Eric'in gözlerinden ayırmadan konuşmaya devam etti.

"Ben ve kız kardeşlerim, yaratıldığımız günden beri zevkü sefa aracı olarak birilerine hizmet ediyoruz."

Sesi, neredeyse acı doluydu. Ancak içinde bir kabullenmişlik, bir çaresizlik de barındırıyordu.

"Güzelliğimiz ve baştan çıkarıcılığımızla lanetlendik."

Eric, bir an için hiçbir şey söyleyemedi. Bunu beklemiyordu. Onun sahnedeki o ihtişamlı, hayranlık uyandıran varlığı bir lanet miydi?

Ama şimdi, kadının yüzüne daha dikkatli bakınca…

Gözlerindeki derinlik… Sadece baştan çıkarıcılığın ya da cazibenin değil, içinde barındırdığı esaretin de bir yansımasıydı.

Eric, artık durumu anlamaya başlamıştı.

Kadın, sadece bir eğlence ya da gösteri figürü değildi. O, güzelliği ile tutsak edilmiş, baştan çıkarıcılığıyla zincirlenmiş bir varlıktı.

Bu, onun gerçeğiydi.

Eric, yavaşça ellerini masanın üzerine koyarak, bir an düşünceli bir ifadeyle konuştu.

"Yani… Gerçek hisleriniz yok mu?"

Kadın, bir an başını eğdi. Sonra yavaşça tekrar gözlerini kaldırdı.

"Gerçek his ve duygular…"

Bu kelimeleri söylerken, sanki Eric'in kalbine doğrudan bir soru yöneltiyormuş gibi bir tını taşıyordu sesi.

Bu defa, Eric'in içinde bir şey kıpırdadı.

Bu kadın, belki de sadece bir alışveriş yapmak için buraya gelmemişti.

Belki de, kendi varoluşunu sorgulamak için buradaydı.

Kadın, Eric'in gözlerinin içine bakarak sözlerine devam etti. "Gerçek duygular bizim beslenme kaynağımızdır."

Eric, bu cümleyi anlamaya çalışırken kaşlarını hafifçe çattı. Beslenme…? Daha önce böyle bir kavram duymamıştı. Kadın, onun zihnindeki soru işaretlerini fark etmiş olmalıydı ki hafifçe gülümsedi ve açıklamaya devam etti.

"Onları bazen hisseder ve besleniriz, bazen de hissetmeden aç kalırız."

Bu sözleri söylediğinde, yüzünde belirsiz bir hüzün dolaştı. Eric, ilk kez, onun sadece fiziksel değil, ruhsal bir açlık da yaşadığını hissetti.

Eric başını hafifçe yana eğerek sordu. "Beslenmek derken?"

Kadın, elini yavaşça kaldırdı ve havada ufak daireler çizerek konuştu. "Karşı taraftan aldığımız güzel duygular... Partikül gibi, bir görünmez tanecik gibi ortalıkta dolaşır. İşte onlar bizim besin kaynaklarımızdır."

Eric'in zihninde bir sürü düşünce belirdi. Y.G.K Akademisi'nde pek çok farklı varlık ve yaratık görmüştü. Ama şimdi, karşısında duran bu varlık kadar garibini hiç görmediğini fark etti. Bu kadın, yalnızca varoluş amacı hizmet etmek olan biri değildi. O, duygularla beslenen bir varlıktı.

Eric, başını hafifçe salladı ve sevecen bir ifadeyle konuştu. "Efendim?"

Kadın, başını hafifçe eğerek Eric'e baktı. O bakışlar, arenadaki gösteriler sırasında sahip olduğu ihtişamın ötesinde bir derinlik taşıyordu.

Eric, içten bir gülümsemeyle devam etti. "Sizinle daha çok sohbet etmek isterim."

Kadın, Eric'in sözlerine karşılık derin bir bakış attı. Bu bakış, bir süredir düşündüğü şeyleri netleştirmiş gibiydi.

"Genç yakışıklı, buna emin ol bende çok isterim."

Eric, bu sözleri duyduğunda hafifçe gülümsedi, ama kadının bir sonraki cümlesi onun zihnini daha da karıştırdı.

"Sende saf ve gerçek duygular seziyorum."

Eric, bir an duraksadı. Gerçek duygular…?

Dünyasını hatırladı. Orada duygular gerçekti. İnsaniydi. Sevinç, hüzün, korku, tutku… Hepsi doğal bir akıştaydı. Ama burası Veradon'du. Burada duygular bazen gerçek, bazen büyünün ve güç oyunlarının bir parçasıydı.

Eric, derin bir nefes alarak hafifçe reverans yapar gibi eğildi ve kibarca konuştu. "Bana efendim deme."

Kadın, Eric'in hareketini izledi ve hafifçe kaşlarını kaldırarak gülümsedi.

Eric, samimi bir kahkaha atarak devam etti. "Oturmaz mısınız?"

Ancak, kadının yüzündeki gülümseme hafifledi. Bir an duraksadı, sonra bakışlarını yere çevirdi.

"Efendime geri dönmeliyim."

Sesi, az önceki sıcak tonundan farklıydı. Bunda bir hüzün, bir mecburiyet vardı. Eric, o anda bu kadının gerçekten ne kadar özgür olduğunu sorgulamaya başladı.

Kadının bu cevabı Eric'in içini burkmuştu ama profesyonel olarak devam etmeye karar verdi. "Peki, ne istiyor? Ne lazım?"

Kadın, ellerini zarifçe kaldırarak havada yavaşça şekiller çizmeye başladı.

Bunu yaparken sesi, adeta rüzgarın melodik bir yankısı gibi duyuluyordu.

"Bir kask…"

Ellerini yukarıya kaldırdı, sanki havada görünmez bir şeyi tutuyormuş gibi.

"Bir vücut zırhı…"

Ellerini göğsünün önüne getirerek, hafifçe iki yana açtı.

"Ve bir çift ayakkabı…"

Ayaklarının çevresinde küçük, zarif bir dönüş yaptı, sanki bir dansın başlangıcını yapar gibiydi.

Eric, gözlerini kadının hareketlerinden ayırmadan onun zarafetini izledi. Onun her kelimesi, yalnızca konuşma değil, aynı zamanda bir sanat gibiydi.

Ama aynı zamanda, derin bir keder taşıyordu.

Eric, başını hafifçe salladı ve "Anladım." dedi, gözlerini kadından ayırmadan.

Kadın, gözlerini bir an için kaçırdı ama sonra tekrar Eric'e döndü. İçinde bir şey söylemek isteyip de söyleyemeyen birinin ifadesi vardı.

Eric, bir an duraksadı ve ona doğrudan baktı.

Bu kadının sadece bir müşteri olmadığını, çok daha fazlasını taşıdığını biliyordu.

Ama gerçek sorusu şuydu: O, gerçekten özgür müydü?

Eric, kadına döndü ve hafif bir merakla sordu, "Peki, istediklerinde özel bir şey var mı?"

Kadın, gözlerini kısa bir an için başka bir noktaya kaydırdı, düşünceli bir ifadeyle sustu. Uzun kirpikleri hafifçe titreşirken, zihninde bir şeyleri tartıyor gibiydi. Sonra, bakışlarını tekrar Eric'e çevirdi.

"En iyi kalite olmasını istiyor. Onun dışında özel bir şey istemiyor."

Kadının sesi, her zamanki gibi melodikti ama içinde belli belirsiz bir ağırlık taşıyordu. Eric, bu kadının 'efendisi' olarak bahsettiği kişi hakkında fazla bilgi vermediğini fark etti. Ona sadece siparişleri getirmek düşüyordu ama bu durumun garipliğini inkâr edemiyordu.

Bir an sessizlik oldu, sonra Eric kaşlarını kaldırarak düşündü ve hafif bir tebessümle konuştu, "Bu biraz pahalıya mal olabilir."

Kadın, hiç tereddüt etmeden elini zarifçe kaldırarak bir jest yaptı. Omuzlarını hafifçe kaldırarak, küçümsercesine bir tavırla başını yana eğdi.

"Bunu önemsemiyor."

Eric, başını salladı ve "Burada bekler misiniz? Hemen geliyorum." dedi.

Kadın hafifçe gülümsedi, gözlerindeki derinlik bir an için yumuşadı. "Elbette."


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.