ZEVK SARAYI

Chapter 71: 9



Kapılar, ağır bir gıcırtıyla açıldığında, önlerinde Pademia'nın gerçek yüzü belirdi.

---

İçeri adım attıklarında, gözlerinin önüne kum taşlarından yapılmış yollar, sıcak sarı ve bej tonlarında inşa edilmiş binalar ve kendine has bir mimari düzen çıktı.

Binaların dış yüzeyleri pamuğa benzeyen hafif dokulu bir taş kaplamayla örtülmüştü. Bazıları daha modern görünüyor, bazıları ise yüzyıllardır ayakta kalan sağlam yapılara benziyordu. İnsanlar kalabalık sokaklarda yürüyor, tezgâhların başında alışveriş yapıyor, bir yerden bir yere koşuşturuyordu.

Burası, dışarıdan küçük bir kasaba gibi görünse de, içeri girdiklerinde gelişmiş bir ticaret merkezi olduğu belliydi.

Hannle, Ehter'e yaklaşıp hafifçe gülümseyerek "Pademia'ya hoş geldiniz." dedi.

Ehter başını salladı. Buradaki hareketlilik onu etkilemişti.

Yol boyunca, deri tezgâhlarında çeşitli malların satıldığını, balık tüccarlarının çığlık çığlığa en taze malları pazarladığını ve kenarda oturan yaşlıların sessizce olan biteni izlediğini gördüler.

Gözleri kısa süreliğine Pademia'nın savunma mekanizmalarına kaydı. Kapılar güçlüydü, ama içeri girildikten sonra görünürde belirli bir askerî birlik yoktu. Bunun anlamı ya halkın kendi kendini savunduğuydu ya da ticaret sayesinde burada büyük bir huzur sağlanmıştı.

Muhafızlardan biri, Ehter ve ekibini, ticaretin merkezi olan büyük bir binaya yönlendirdi.

Burası, Ahter'in Hanı olarak biliniyordu.

Hanın dış cephesi diğer binalardan daha gösterişliydi. Kalın ahşap destekler, büyük taş sütunlar ve üzeri işlemeli metal kapılarla süslenmişti. Burası sadece bir han değil, bölgenin ticaretin döndüğü merkeziydi.

İçeri girdiklerinde, sıcak bir ortamla karşılaştılar. İçerideki hava, baharat ve sıcak şarap kokularıyla doluydu. Büyük bir avlusu olan hanın ortasında geniş bir ocak yanıyor, insanlar içkilerini içip yemeklerini yiyordu. Sohbetler, kahkahalar ve pazarlık sesleri birbiriyle karışıyordu.

Ehter ve ekibi, içeri girerken birkaç kişi dikkatlice onlara baktı.

Böyle yabancılar sık sık buraya gelmezdi ve Sanor Kalesi'nden geldiklerini söylediklerinde herkesin kafasında sorular oluşmuştu.

Hannle gözleriyle odanın içinde birini arıyordu. Birkaç saniye sonra, avlunun kenarına konumlanmış uzun siyah saçlı, esmer tenli, sert bakışlı bir adamı gördü.

Hannle, Ehter'e hafifçe fısıldadı. "Ahter. Ticaret işlerinin başındaki adam."

Ahter, derin kahverengi gözleriyle, Ehter ve ekibini dikkatlice süzdü. Elleri masanın üzerinde, başparmaklarını birbirine dokundurarak hafifçe düşünceli bir pozisyonda duruyordu.

Onlara baktığında, yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı.

Sonunda, yavaşça başını kaldırdı ve tok sesiyle konuştu.

"Kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?"

Ehter ve ekibi, Ahter'in masasına oturduklarında, karşılıklı bakışmalar kısa bir süre sürdü.

Ehter, içgüdüsel olarak bir karar aldı. Ticaret yapılacak bir yerde, zayıf görünmek kabul edilemezdi.

Sakin ama net bir sesle konuştu:

"Ben Prens Ehter Conrack. Sanor Kalesi'ni yeniden kuruyorum ve sizinle ticaret yapmaya geldim."

Ahter'in yüzünde kısa bir sürelik bir sessizlik oldu. Gözleri hafifçe kısıldı, sonra başını hafifçe eğerek dudaklarının köşesiyle hafif bir gülümseme belirdi.

"Sanor Kalesi mi?" diye mırıldandı. "Terk edilmiş o harabe mi?"

Ehter hafifçe gülümsedi. "Sanor Kalesi artık terk edilmiş değil." dedi. "Ve bir süre daha böyle kalmayacak."

Masadaki gerilim artıyordu. Şimdi, ticaretin kapılarını açacak ya da tamamen kapanmasına neden olacak bir konuşmanın ortasındaydılar.

Ahter, karşısındaki genç adamı dikkatlice süzdü. Gözlerinde bir şüphe vardı, ama aynı zamanda merak da yok değildi. Sanor Kalesi'nden geldiğini söyleyen bir prens, üstelik krallıkla doğrudan bağlantısı olmadan ticaret yapmak istiyordu. Bunun, göründüğünden daha karmaşık bir durum olduğunu sezebiliyordu.

"Yani, Conrack Krallığı ticaret mi teklif ediyor?" diye sordu, ellerini masanın üzerine yerleştirerek.

Ehter başını hafifçe iki yana salladı. "Tam olarak öyle değil." dedi, sesi sakin ve kontrollüydü. "Ben, kalıcı bir ticaret ağı kurmak istiyorum."

Ahter, kaşlarını kaldırarak ona baktı. Birkaç saniye düşündü, sonra hafifçe gülerek "Yoksa bu bir başkaldırı mı?" diye sordu, gözlerinde tehlikeli bir pırıltı vardı.

Ehter tam konuşmaya başlayacaktı ki, Ahter elini kaldırarak onu susturdu. "Ne yaptığınız beni ilgilendirmez, Prens." dedi, sesi keskin ve soğuktu. "Benim işim ticaret. Kim kime karşı, kim kimden yana, bu beni ilgilendirmez. Ben malların hareketine, alınıp satılmasına bakarım."

Ehter bir an duraksadı. Bu adamın, sadece işine odaklanan biri olduğu belliydi. Devlet işleri, savaşlar ya da siyasi hamleler onun umurunda değildi. O sadece kâr etmek istiyordu.

Yine de, Ehter bunu tamamen açığa vurmamak için eğildi ve "Bu anlaşmayı yalnızca ikimiz bilmeli." dedi, sesi biraz daha alçalmıştı.

Ahter gözlerini kısıp hafifçe başını yana eğdi, ama yüzünde umursamaz bir ifade vardı. "Beni ilgilendirmez." dedi kısaca. "Kimsenin ne yaptığıyla işim olmaz, ama paramı alırım."

Ehter, bir noktada rahatlamış olsa da, bu adamın güvenilir olup olmadığını hâlâ kestiremiyordu. Ama şimdi asıl meseleye gelmek zorundaydı.

"Bize kereste, eğer elinizde varsa demir ve taş lazım olacak." dedi, Ahter'in tepkisini ölçerek.

Ahter kısa bir süre düşündü. "Kereste kolay," dedi basit bir ifadeyle. "Taşı da halledebiliriz. Ama demir…"

Ehter, Ahter'in sesindeki tereddütü duyduğunda biraz endişelendi. Demir olmadan silah ve alet yapmak çok daha zor olacaktı.

Ahter, ellerini birbirine geçirip hafifçe öne eğildi. "Demir, biraz uzak yoldan gelir. Kuzeydeki Arashi Krallığı'ndan ve Minet Krallığı'ndan. Bu yüzden maliyetli bir üründür."

Ehter kaşlarını hafifçe çattı. Demirin pahalı olması, onun planlarını daha da karmaşık hale getirebilirdi. Ama bu noktada, ticaret için ne sunabileceğini de düşünmek zorundaydı.

Ahter, onun düşündüğünü görünce fırsatı kaçırmadı ve doğrudan sordu.

"Peki, ödeyecek kaynağınız var mı, Prens?"

Bu soru, Ehter'in zihninde yankılandı. Şu an her şey yeni kuruluyordu. Kalede hâlâ temel ihtiyaçlar bile tam olarak oturmamıştı. Elinde doğrudan bir ödeme kaynağı yoktu.

Ama hemen düşünmeye başladı. Alternatif ne sunabilirdi?

Takas? Olabilirdi. Ama Ahter gibi biri, basit bir takasa razı olur muydu?

Borç? Bu, daha riskliydi ama ileride kazanç getirebilirdi.

Tam bu sırada, aklına bir kitapta okuduğu bir kaynak geldi.

Cam.

Sanor Kalesi'nin alt yapısında eski dönemlerden kalma cam işçiliği hakkında bazı detaylar hatırlıyordu. Cam işleme konusunda gelişmiş bir sistem kurulabilirse, bu ticari bir avantaj sağlayabilirdi.

Ama Ahter'in tepkisini tam kestiremeyeceği için, henüz bu fikri açıp açmamayı bilmiyordu. Bir süre düşündükten sonra konuştu.

"Şu an elimde doğrudan bir ödeme kaynağı yok." dedi dürüstçe. "Ancak takas yapabiliriz. Ya da gelecek için alacak-borç ilişkisi kurabiliriz."

Ahter, hafifçe eğildi ve alaycı bir bakışla gözlerini kısıp sordu:

"Gelecek için mi? Ne teklif ediyorsunuz?"

Ehter, derin bir nefes aldı. Şimdi doğru şeyi söylemeliydi.

"İleride belki gıda, su ürünleri veya…"

Ama Ahter, elini kaldırarak sözünü kesti.

"Yeterli." dedi kısa ve net bir şekilde. "Yani elinizde şu an kayda değer hiçbir şey yok."

Ehter, adamın mantığını kabul etmek zorundaydı. Ticaretin kuralı belliydi: Ver ve karşılığını al. Ahter, kesinlikle bu kuralın dışına çıkmak istemeyen biriydi.

Derin bir nefes aldı ve "Peki, sadece kereste sağlayamaz mısınız? Bir süreliğine." diye sordu. "En azından teknelerimizi tamamladıktan sonra borcumuzu balıklarla ya da su ürünleriyle ödeyebiliriz."

Ahter, kısa bir duraksamayla düşündü. Kereste, diğer kaynaklara göre daha boldu ve pahalı bir ürün sayılmazdı. Birkaç saniye boyunca Ehter'e dikkatlice baktıktan sonra başını salladı.

"Kereste basit bulunur." dedi sonunda. "Bunun bir kısmını sağlayabilirim. Ancak dört haftalık bir süre veririm. Eğer bu sürede ödeme yapılmazsa, Conrack Krallığı'nın başkentine borç mektubu yollarım. Gerisini tahsil etmek onlara kalır."

Ehter, bu anlaşmanın riskli ama gerekli olduğunu biliyordu. Zaman kazanmak için başka bir seçeneği yoktu.

Başını eğerek "Kabul ediyorum." dedi.

Ahter hafifçe gülümsedi. "Güzel." dedi, hafifçe sandalyeye yaslanarak. "O hâlde, Sanor Kalesi'nin geri dönüşünü izlemek ilginç olacak."

Ehter, bu cümlenin altında gizli bir mesaj olup olmadığını çözmeye çalıştı.

Ama artık, ilk adımı atmıştı. Ticaret başlamıştı.

Ehter, at arabasının içindeyken düşünceleri zihninde dönüp duruyordu. Doğru bir şey mi yapmıştı? Babası Minho, bu anlaşmayı öğrense ne derdi? Kızar mıydı? Yoksa umursamaz mıydı?

Her zaman hesaplı ve stratejik bir hükümdar olmuştu Minho. Ticaretin değerini bilirdi, ama bir sürgün edilen oğlunun kendi başına böyle bir hamle yapmasını nasıl karşılayacağı belirsizdi.

Belki de hiç öğrenmeyecekti.

Ehter, içindeki şüpheleri bir kenara bırakmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Şu an için en önemli şey, yaşamak ve bu kaleyi gerçekten yaşanabilir hale getirmekti.

Ahter ile yaptığı anlaşma, uzun vadede bir risk taşıyordu. Borç ödenmezse Conrack Krallığı haberdar olacaktı. Ama bu riski almadan da hiçbir şey kazanamazdı.

Ahter'in hanında bağlılık anlaşması imzalandığında, Ahter kısa bir bakış atarak parşömene mühür basmıştı.

"Üç araba dolusu kereste, gün içerisinde Sanor Kalesi'ne teslim edilecek."

Ehter, mühre bakarken, aslında artık Pademia ile gerçekten bağlantı kurduklarını hissetti.

Ticaret başlamıştı. Sanor Kalesi, artık tamamen yalnız değildi.

---

Yola çıktıklarında, Hannle ve diğerleriyle muhabbet ederek at arabasına doğru ilerlediler. Gün yavaş yavaş batmaya yaklaşırken, Pademia'nın taş yolları ve pazar yerleri geride kalıyordu. Gün içinde bir şeyler değişmiş gibi hissediliyordu.

Hannle, Ehter'in yanına yaklaşıp hafifçe gülümseyerek, "Ticaret yapmak prense yakıştı, efendim." dedi.

Ehter gözlerini ona çevirdi ve hafifçe gülümseyerek "Prensler için ilginç bir görev." dedi. "Ama burada ya hayatta kalacağız ya da yok olacağız. O yüzden bazen doğru şeyler için kumar oynamamız gerek."

Gadle, alaycı bir ifadeyle araya girdi. "Umarım kumar oynayan taraf biz olmayız da Ahter olur."

Grup kısa bir kahkaha attı, ancak içinde gerçek bir endişe saklıydı.

Sanor Kalesi'ne dönüş yolunda, nehrin kıvrıldığı alanları geçerek rüzgârın daha sert estiği bölgelere ulaştılar. Yollar biraz daha bozuktu, ancak at arabası Pademia'dan çıkarken açılan izler, kaleye doğru güvenli bir rota oluşturmuştu.

Güneş batarken Sanor Kalesi'nin taş duvarları ufukta belirdi.

Artık geri döndüklerinde bir şeyler değiştirmek için gerçekten bir başlangıç yapabilirlerdi.

---

Kale avlusuna girdiklerinde, onları bekleyen kalabalık toplandı. Herkes, Ehter ve ekibinin döndüğünü görünce, ne olup bittiğini merak ediyordu.

Ehter, yavaşça arabadan indi ve etrafına bakarak derin bir nefes aldı. Buradaki insanlar, kadınlar ve erkekler, her biri aynı kaderi paylaşan insanlar olarak ona bakıyordu.

Birkaç saniye sessizlik oldu.

Sonunda, sesi gür ve kararlı bir şekilde konuştu.

"Dostlarım," dedi, gözleri herkesin üzerindeydi. "Bugün ilk adımı attık. Pademia ile bir anlaşma sağladık ve buraya kereste getiriyoruz. Bununla tekneler yapacağız. Öncelikle su ürünlerinden gıdamızı, geçimimizi sağlayacağız. Sonra, borçlarımızı ödeyeceğiz."

Etrafındakiler sessizlik içinde dinliyordu. Çoğu, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, bazıları ise gerçekten bir umut ışığı hissediyordu.

Ehter devam etti.

"Ama sadece borçlarımızı ödemek yetmez. Sonrasında kara geçeceğiz. Bu kaleyi yaşatacağız. Onu bir sığınaktan daha fazlasına dönüştüreceğiz. Burası sadece sürgün edilmişlerin yaşadığı bir yer olmayacak. Burası, burada olan herkesin evi olacak!"

Kalabalıktan birkaç kişi birbirine baktı, fısıltılar yükseldi. Korku ve umutsuzluk içinde yaşayan insanlar için, bu büyük bir vaatti.

Ama Ehter gözlerini onlardan ayırmadan, kararlılığını belli ederek devam etti.

"Kimsenin bizi bir kenara atmasına izin vermeyeceğiz. Burada kendi kaderimizi çizeceğiz!"

Kalabalıktan birkaç kişi başlarını salladı, bazıları daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Gözlerinde bir ışık belirdi.

Ehter, insanların bakışlarını süzerek, "Bunu birlikte başaracağız." dedi.

---

Tam o sırada, at arabaları avluya ulaştı.

Keresteleri taşıyan arabalar, büyük taş kapılardan içeri girdiğinde, herkes gözlerini onlara çevirdi.

Bu, kaleye gelen ilk büyük mal sevkiyatıydı.

Muhafızlar ve halktan bazı adamlar, arabaların yanına koşarak keresteleri dikkatlice istiflemeye başladılar. Kalın ahşap kütükler, belirli bir düzen içinde avluya diziliyordu.

Bu, sadece bir malzeme sevkiyatı değil, aynı zamanda bir başlangıçtı.

Gadle, bir ağacın gölgesine yaslanarak hafifçe gülümseyerek konuştu.

"Bunu gerçekten başardık, ha?"

Hannle başını sallayarak, "Başlangıç için fena değil." dedi.

Ehter, avluya istiflenen kerestelere baktı. Bunlar, bir şeylerin değişmeye başladığının kanıtıydı.

Sanor Kalesi artık bir harabe değil, yeniden inşa edilen bir yuva olacaktı.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.