ZEVK SARAYI

Chapter 64: 2



Sarayın en ücra köşesinde, sessiz koridorların sonunda yer alan eski bir depodan dönüştürülmüş laboratuvar, Ehter için dünyanın geri kalanından kopabileceği eşsiz bir sığınak gibiydi. Dışarıdaki görkemli salonlardan, süslü duvar halılarından ve saray entrikalarından uzakta, tozlu raflar ve paslı aletler arasında zihnini özgür bırakabiliyordu. Taş duvarların raflarına dizili eski kitaplar, yarısı kurumuş mürekkep şişeleri, kalın parşömen ruloları ve farklı boyutlarda cam şişeler, buranın tıpkı Ehter'in iç dünyası gibi karmaşık ve renkli olduğunu gösteriyordu.

O sabah, laboratuvarın geniş masası tamamen kâğıtlar, çizimler ve metal parçalarla kaplıydı. Ehter, masanın önünde durmuş, uzun ve ince parmaklarıyla elindeki kalemi hafifçe döndürerek önündeki taslağa son detayları eklemeye çalışıyordu. Çiziminde, surların en yüksek noktasına yerleştirilebilecek, taş atmaya veya mızrak fırlatmaya yarayan bir mekanizmanın planları vardı. Kuleyi andıran bir yapının tepesine konuşlandırılacak bu "fırlatıcı" için, farklı dişli sistemleri ve karşı ağırlık prensibi üzerinde kafa yoruyordu. Kenarlarda, kırık veya henüz tamamlanmamış çarklar, yarı açık bırakılmış kutuların içindeki metal borular, farklı boyutlarda ahşap kalaslar ve çekiç, kerpeten gibi aletler göze çarpıyordu.

Siyah, düzgün saçları her zaman olduğu gibi geriye taranmıştı; bu haliyle yüz hatları daha belirgin, ifadesi ise konsantre olmuş bir ciddiyet taşıyordu. Gözlerini çizimden bir an olsun ayırmadan masadaki diğer kâğıt parçalarına uzandı ve daha önce yazdığı notları gözden geçirdi. Kimi kâğıtlara farklı dillerde formüller, kimilerineyse mekanik prensipler karalanmıştı. Bazı satırlar silik, bazıları ise mürekkebin fazlaca kullanılmasıyla kâğıttan taşmıştı. Odadaki dağınıklık, Ehter'in aklındaki canlılığın yansıması gibiydi: Farklı fikirler, farklı denemeler ve gelişigüzel notlarla dolu sonsuz bir düşünce akışı…

Laboratuvarın içini dolduran esansların kokusu da en az görüntü kadar çeşitlilik arz ediyordu. Bir yanda yarı yanmış otların hafif keskin kokusu varken, diğer köşede metalin ve yağın ağır kokusu hissediliyordu. Bu karışık atmosfer, dış dünyada Ehter'e bakanların anlayamayacağı ama onun için hayatın anlamını barındıran bir çalışma sahnesi yaratıyordu. Her ne kadar sarayda istenmeyen biri olarak görülse de, Ehter burada, kimsenin ulaşamadığı bir özgürlük alanına sahipti. Düşünceleri, krallığın sınırlarını aşacak kadar engin bir hayal gücüyle birleştiğinden, bir gün bu tasarıların ve deneylerin işe yarayacağını hissediyor; kimseye göstermese de içinde bu heyecanı yaşıyordu.

Çizimdeki son detayı da ekledikten sonra kalemini masaya bırakıp geriye doğru yaslandı. Eskimiş ahşap sandalyenin gıcırdayan sesi laboratuvarın loş sessizliğinde yankılandı. Ehter, bir anlık soluklanma sırasında parmaklarını yavaşça şakaklarına götürdü. Günlerdir üzerinde çalıştığı projelerin yorgunluğunu hissediyor ancak zihninin hızla yeni fikirler üretecek kadar diri olduğunu da biliyordu. Burası, kimsenin onun hakkındaki ön yargılarına, soğuk bakışlarına ya da alaycı sözlerine şahit olmadığı; bilgi ve merakın hüküm sürdüğü minik bir dünya gibiydi. Ehter tam da bu yüzden laboratuvarından ayrılmak istemiyor, varlığını hiçe sayan saray ahalisine inat, kendi geleceğini burada inşa ediyordu.

Ehter, önündeki çizime göz gezdirirken bir an duraksadı, sonra dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirerek kalemi tekrar kâğıdın üzerine götürdü. İlk başta yalnızca mekanizmanın temel işlevlerini tasarlamıştı, fakat şimdi, gerçekle pek bağdaşmayan ama hayal gücünün sınırlarını zorlayan birkaç ekleme yapmaya başladı. Kuleye gizli bölmeler ekledi, içerisine rüzgârla çalışan bir pervane sistemi yerleştirdi, hatta yer çekimine meydan okuyacak şekilde devasa bir taş fırlatma mekanizması hayal etti. Gerçekleşmesi neredeyse imkânsız olsa da, bu tür düşünceler onu besliyor, zihninin esnekliğini artırıyordu.

Krallık içerisinde ve özellikle sarayda, Ehter'in bu tarz fikirleri hep alay konusu olmuştu. Çoğu insan onun mekanik tasarılarını gülünç buluyor, işe yaramaz hayaller olarak değerlendiriyordu. Ancak Ehter'in gözünde bu projeler, bir gün gerçeğe dönüşebilecek ihtimallerdi. Onun için bilgi sadece mevcut olanın üzerine kurulmazdı; yeni şeyler denemek, sınırları zorlamak ve hayal gücünü keşfetmek de işin bir parçasıydı. Okuduğu eski metinler, filozoflar ve doğunun ünlü bilginleri, ona dünyanın aslında ne kadar geniş bir düşünce alanı sunduğunu gösteriyordu. Düşünceleri yalnızca Conrack Krallığı'yla sınırlı kalamazdı.

Tam o anda, laboratuvarın ağır ahşap kapısı hafifçe aralandı ve içeriye Vector girdi. Üzerindeki koyu renkli giysi, sarayın soğuk taş koridorlarında fazla dikkat çekmeyen, sade ama işlevsel bir kıyafetti. Uzun, ince yüzü, her zamanki gibi merakla çevresini süzüyor; bir yandan da elindeki deri kaplı küçük sandığı dikkatlice taşıyordu. Kapıyı ardından hafifçe kapattıktan sonra gülümseyerek konuştu:

"Ehter, yine hayal dünyanda kaybolmuş gibisin," dedi, göz ucuyla çizimlere bakarak. "Bunu gerçek bir savaş alanında nasıl kullanacaklarını düşündün mü? Yoksa yine 'geleceğin makineleri' üzerine mi kafa yoruyorsun?"

Ehter, kaşlarını hafifçe kaldırarak dostuna baktı ve hafif bir gülümsemeyle yanıt verdi: "Şimdilik yalnızca düşünüyorum. Ama düşünebildiğin her şey, bir gün gerçek olabilir." Sonra Vector'in taşıdığı sandığa işaret ederek sordu: "Bu sefer ne getirdin?"

Vector, küçük bir gösterişle sandığı masanın üzerine bıraktı ve kapağını yavaşça açarak içindeki kitapları çıkardı. "Doğu bölgesinden gelen bir tüccarla konuştum. Çeşitli malların yanı sıra, yanındaki birkaç eski kitabı da getirdiğini öğrendim. Bu tür kitapların alıcısı olabileceğimi düşündüğü için bana gösterdi. İçlerinden bazıları gerçekten ilginç."

Ehter, kitaplara hemen uzanarak üzerlerindeki işlemeleri ve cilt detaylarını inceledi. Kimi kitapların kapakları yıpranmış, kenarları hafifçe aşınmıştı; kimileri ise kalın parşömen kâğıtlarından özenle hazırlanmıştı. Birinin kapağında eski bir dilde yazılmış, soluk altın rengi harflerle işlenmiş bir başlık vardı.

"Bu... hangi dil?" diye sordu Ehter, sayfaları karıştırırken.

Vector omuz silkti. "Eski bir tüccar diline benziyor ama tam olarak bilmiyorum. İçinde çizimler var, bazıları senin ilgi alanına girebilir."

Ehter sayfaları dikkatlice çevirerek kitabın içindeki mekanik tasarımları inceledi. Bazıları bugüne kadar gördüğü çizimlerden çok farklıydı. Küçük dişliler, birbirine bağlı hareketli bölümler ve uzun sütunlar ile desteklenen ilginç yapılar vardı. Gözleri büyüyerek sayfaları daha da hızlı çevirdi.

Vector, Ehter'in bu tür keşiflerde yaşadığı heyecanı anlamaktan memnuniyet duyan bir ifadeyle ona bakıyordu. "Görüyorsun değil mi? Eğer bu kitaplar bir zamanlar yazıldıysa, birilerinin düşündüğü bir şey vardı demektir. Ve eğer biri düşündüyse, bu gerçeğe dönüşebilir."

Ehter başını hafifçe salladı. "Evet," dedi fısıltıyla. "Belki de düşündüğüm her şey, zaman içinde yalnızca bir delilik gibi görülmekten çıkıp, yeni bir dünyanın kapılarını aralayabilir."

Laboratuvarın loş ışığı altında, Ehter yeni keşfettiği bu metinleri daha da derinlemesine incelemeye hazırlanırken, Vector hafifçe geriye yaslanarak dostunun dünyasına dalışını izlemeye koyuldu. Krallık ve saray için birer anlamsız kâğıt yığını gibi görünen bu kitaplar, Ehter için geleceğin bir anahtarıydı.

Ehter, kitapları eline alarak sırayla incelemeye başladı. Tozlu sayfalar arasında gezinen parmakları, her bir harfi, her bir çizgiyi dikkatle takip ediyordu. İlk olarak "Rüyadan" adlı kitabın kapağını açtı. Eski bir dille yazılmış, fakat içinde o güne kadar gördüğü en ilginç mekanik çizimler bulunan bir kitaptı. Sayfalardaki detaylı tasarımlar, dişli sistemleri, büyük kaldırma mekanizmaları ve hatta dönme prensibine dayanan bir dizi cihazı içeriyordu. Kitabın sayfalarını hızla çevirirken gözleri heyecanla parlıyordu.

"Bak şuna, Vector!" diye seslendi, sayfaların birini işaret ederek. "Bu sistem, ağırlık merkezini kullanarak kendini dengeleyen bir kule mekanizmasına benziyor. Eğer doğru açılarla hesaplanırsa, çok daha hafif malzemelerle bile büyük yapılar inşa edilebilir!"

Vector, Ehter'in heyecanına kayıtsız kalamayıp yanına yaklaştı, kitabın üzerine eğildi. Sayfaları inceleyerek kaşlarını çattı. "Ama burada yazanlara bak… Eğer ağırlık merkezinin bu kadar yüksek olmasına izin verirsen, yapının en küçük rüzgârda devrilmesi gerekmez mi?"

Ehter başını iki yana salladı. "İşte mesele tam da burada. Eğer şu alt destek noktalarını genişletirsek, rüzgârın yaratacağı baskıyı dengeleyebiliriz. Bu prensip aslında doğada da var. Ağaçların kök yapısına bak—geniş ve derine uzanır, bu yüzden fırtınalara dayanabilir."

Vector kısa bir an durdu, sonra gülümseyerek başını eğdi. "Belki de senin gibi biri için bu fikirler imkânsız değil. Ama başkalarına anlatırsan yine deli olduğun söylenecek."

Ehter hafifçe omuz silkti, bu tür tepkilere alışmıştı. Kitabı kapatıp bir kenara koydu ve yanındaki "Güneşe Dokunmak" adlı eseri eline aldı. Cildi eski ama dikkat çekici bir şekilde korunmuştu. Kitabın açılış sayfasında altın harflerle bir not vardı: "Işığı anlamayanlar, onu takip edemez."

"Bu kitap ne hakkında?" diye mırıldandı Ehter, sayfaları dikkatlice çevirirken.

Vector omzunu silkti. "Tam olarak bilmiyorum, ama adı bana ilginç geldi. Güneşe dokunmak… Işığı yakalamaya çalışmak gibi bir şey mi?"

Ehter, kitabın içeriğini hızla taradı. İçinde ışıkla ilgili deneyler, eski filozofların ve bilginlerin güneşin yapısı üzerine yaptığı düşünceler yer alıyordu. Sayfalardan birinde, ışığın camdan geçişiyle ilgili bir eskiz vardı. "Burada, ışığı bir noktada toplayarak ısıyı artırmaktan bahsediyor. Eğer yeterince güçlü bir cam parçası kullanılırsa, odak noktasındaki sıcaklık metali bile eritebilir," dedi heyecanla.

Vector gözlerini kırpıştırarak kitaba baktı. "Demek ki tüccarın bu kitabı taşımasının bir sebebi varmış. Ama söylemeliyim ki, senin teorilerine giderek daha fazla benziyor."

Ehter, gözlerini devirerek bir sonraki kitaba geçti: "Çizgi Karmaşası." Bu kitap, diğerlerine göre daha düzensiz bir içeriğe sahipti. Sayfalar farklı şekillerde çizilmiş grafikler, garip semboller ve açıklamalarla doluydu.

"Bu ne böyle?" diye mırıldandı, parmağıyla bir sayfayı işaret ederek.

Vector kitaba baktı ve kaşlarını kaldırdı. "Sanki… bu bir çeşit şifreleme sistemi gibi görünüyor. Ama matematiksel bir tarafı da var. Belki bir dil değil de, şekillerle anlatılan bir düşünce biçimi?"

Ehter sayfaları hızlıca çevirdi. "İlginç… Bunu anlamak biraz zaman alacak ama belli ki sadece rastgele karalanmış çizgiler değil. Belki bir yöntemle okunabiliyordur."

Son olarak, "Dil Tutulması" adlı kitaba geldi. Kapağında eski zamanlardan kalma bir taş tableti andıran bir kabartma vardı. Kitabı açtığında, içinde bilinen ve bilinmeyen dillerin ilginç yapılarından bahseden metinler yer alıyordu.

"Bu, kaybolmuş diller üzerine bir çalışma gibi," dedi Ehter. "Bak, burada bir not var: 'Dil, yalnızca konuşma değildir. Zihnin kendisi bir dildir.'"

Vector kaşlarını kaldırdı. "Bu, felsefi bir bakış açısı… Eğer zihin bir dilse, o zaman düşünceler de bir tür konuşma mıdır?"

Ehter, kitabı kapatarak gülümsedi. "Bunu tartışmaya kalkarsak sabaha kadar burada kalırız."

Vector güldü ve bir sandalye çekerek masaya oturdu. "Ehter, seninle vakit geçirmek hep böyle. Bir noktada basit bir şey tartışıyoruz, sonra bir anda varoluşun temelini sorguluyoruz."

Ehter gülümseyerek arkasına yaslandı. "Belki de düşünceleri sorgulamak, keşfetmenin ilk adımıdır."

Laboratuvarın içinde, loş ışık kitapların üzerine vururken, iki dost bilgiyle dolu bu yeni keşifleri tartışmaya devam etti. Krallık dışarıda entrikalar, savaşlar ve taht oyunlarıyla meşgulken, Ehter ve Vector burada, bilginin gölgeli ama sonsuz dünyasında kendi mücadelelerini veriyorlardı.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.