ZEVK SARAYI

Chapter 65: 3



Büyük oda, geniş pencerelerinden içeri süzülen sıcak gün ışığıyla doluydu. Tavana kadar yükselen ağır taş duvarları süsleyen goblenler ve işlemeli sütunlar, mekâna bir ihtişam ve ciddiyet katıyordu. Odada, ağır ahşap bir masa ve ona eşlik eden birkaç koltuk yer alıyor, Minho tahtına yaslanmış bir şekilde düşünceli gözlerle danışmanı Esa'ya bakıyordu. Karşısında oturan Kraliçe Celenia ise yüzünde keskin ama umursamaz bir ifadeyle, odanın içinde dönüp duran konuya dair düşüncelerini süzüyor gibiydi.

Esa, savaş yıllarından kalma izleri taşıyan, orta yaşlarında, sert hatlı ve disiplinli bir adamdı. Yıllarca Conrack ordusunda savaşmış, şimdiyse kraliyet güvenlik danışmanı olarak görev yapıyordu. Üzerinde sade ama kaliteli bir tunik, belinde kısa bir kılıç taşıyordu. Sesi her zamanki gibi kontrollü ve keskin bir şekilde yankılandı.

"Majesteleri," dedi, ellerini masanın kenarına yaslayarak. "Bu buz ejderhası sadece Arashi Krallığı'nın baş belası olarak kalmayabilir. Onun saldırdığı köy, kuzeyin en uç noktalarından birinde ama unutmayın ki doğrudan sıcaklık farkları ejderhaların hareketlerini her zaman sınırlandırmaz. Eğer avlanacak başka bir bölge bulamazsa veya savaş onu buraya sürüklerse, güneye inmesi olasılık dışı değildir."

Kral Minho, gözlerini hafifçe devirdi ve tahtının koluna asasıyla yavaşça vurarak homurdandı. "Esa, sen de abartmaya başladın. O lanet buz yaratığının bizim toprakları ziyaret etmek isteyeceğini sanmıyorum. Bizim burada ne işi olur? Bizim ormanlarımızda, vadilerimizde buzdan eser yok. Burada avlanamaz, rahat edemez. Sıcak topraklarımız onun için ölüm olur."

Kraliçe Celenia başını hafifçe yana eğerek nazik ama alaycı bir ses tonuyla konuştu. "Eğer buraya kadar gelirse, bu ancak güzel bir ölüm aradığı içindir. Buz ejderhaları soğuk ve donmuş diyarların efendileri olabilir ama biz burada ona sadece kavurucu güneşi ve eriyen kemiklerini sunabiliriz."

Esa, Kral'ın ve Kraliçe'nin bu rahat tavırlarından pek hoşnut olmasa da konuyu tamamen kapatmamak için temkinli bir tonla devam etti. "Söyledikleriniz doğru olabilir, ama böyle bir tehdidi tamamen göz ardı etmek... ihtiyatsızlık olur, Majesteleri. Eğer bu canavar kuzeye büyük zarar verirse, Arashi Krallığı onu durduramazsa, savaşı bizim topraklara getirebilir."

Minho, danışmanının endişeli bakışlarını bir an inceledikten sonra hafifçe iç geçirdi. "Peki, diyelim ki bu yaratık buraya inerse... Ne yapmamızı öneriyorsun, Esa? Tüm orduyu bir ejderhayı avlamak için seferber mi edelim?"

Esa kısa bir tereddütten sonra başını eğdi. "Hayır, Majesteleri. Ama krallığın kuzey sınırlarına haber gönderilmeli. Karakollar, ejderhayı görebilecek devriyelere dikkat etmeli. Eğer onun hareket ettiği yönü tespit edebilirsek, plan yapmak daha kolay olur."

Kraliçe Celenia, konuşmayı bölerek kollarını göğsünde kavuşturdu ve gözlerini kısarak hafifçe tebessüm etti. "Peki ya ejderha zaten çoktan ölmüşse? O savaşçı Arthur ve ekibi onunla savaşmak için yola çıktı. Belki de biz burada gereksiz yere bir korkuya kapılıyoruzdur."

Bu sırada, büyük kapının ağır kanatları hafifçe aralanarak içeriye iki küçük çocuk girdi. Saric ve Meric, kralın en küçük oğulları, enerjik adımlarla ve neşeli ifadelerle odanın içinde ilerlediler. Peşlerinde, her zamanki gibi yanlarında koruyucu bir muhafız bulunuyordu ama onların ilgisini çeken tek şey, anneleri ve babalarıydı.

Saric, heyecanla annesine koşarak kollarını açtı. "Anne! Bizi neden buraya çağırmadınız?"

Kraliçe Celenia, küçük oğlunu kollarına alırken Meric de ağabeyi Zandar'ın hemen arkasından odaya giriyordu. Kraliçe, oğullarına sevgi dolu bir bakış attı, ama kısa sürede konuşmanın gidişatını düşündü ve onların bu ciddi konulara kulak misafiri olmalarını istemediğine karar verdi. Onları hafifçe sarıp öperek, yumuşak bir sesle konuştu. "Siz buradaki konuşmalar için fazla küçüksünüz, tatlılarım. Gidin ve biraz daha oynayın."

Bunun üzerine, muhafızlarına başıyla işaret ederek çocukları odadan çıkarttı. Küçük prensler, gözlerinde hafif bir hayal kırıklığıyla odadan ayrıldılar.

Onların çıkışıyla birlikte, Zandar odaya iyice girerek annesi ve babasına alaycı bir ifadeyle baktı. "Ne konuşuyorsunuz baba? Yine savaş planları mı yapılıyor?"

Esa, Zandar'ın rahat tavırlarını her zaman fazlaca gevşek bulurdu ama Minho, oğlunun umursamaz tavırlarına alışkındı. Kral, tahtında hafifçe yaslanarak, "Ejderhalar üzerine bir konuşma yapıyoruz," dedi, sesi sıkılmış bir hâl aldı.

Zandar, kaşlarını kaldırarak kıkırdadı. "Ejderha mı dedin? Gerçekten mi? Arashi Krallığı'nın başı dertte diye burada mı endişeleniyoruz?" Kollarını bağladı ve alaycı bir ifadeyle ekledi: "Demek soğuk kuzeyin, sıcak Conrack topraklarında endişe yaratacak kadar korkutucu bir canavarı varmış?"

Kraliçe Celenia, oğlunun bu umursamaz tavrına hafif bir tebessümle bakarken, Kral Minho sıkıntıyla iç geçirdi. "Ejderhayı küçümseme, Zandar. Onların ne kadar güçlü olabileceğini hepimiz biliyoruz."

Zandar hafifçe omuz silkti. "Ben sadece, böyle bir canavarın burada ne yapabileceğini merak ediyorum. Eğer buraya inerse, onu öldürecek biri olur. Ve eninde sonunda, eğer gerçekten ejderha bir tehditse, onunla savaşmak için her zaman cesur savaşçılar bulunur, değil mi?"

Esa, Zandar'ın bu lakayt tavrına sabrını zorlayarak sessiz kaldı. Kral Minho ise, bir an oğluna sertçe baktı, sonra derin bir nefes alarak konuya dönmek istedi. "Bunu ciddiye alıyoruz, Zandar. Belki de gereksiz bir korku ama, risk almak istemiyorum. En azından sınırlarımızı koruma altına almak için birkaç önlem alacağız."

Zandar hafifçe başını eğerek cevap verdi. "Elbette baba. Ne de olsa siz her zaman ihtiyatlısınızdır."

Kraliçe Celenia, oğlunun bu konuşmayı uzatmasına izin vermeden ayağa kalktı ve odanın içinde birkaç adım attı. "Bana kalırsa, endişelenecek bir şey yok. Eğer ejderha buraya kadar gelirse, onu karşılayacak olanlar da olacaktır."

Minho, eşine ve oğluna baktı, sonra tekrar Esa'ya döndü. Konu kapanmamıştı ama şimdilik daha fazla uzatmaya gerek yoktu. Ejderhanın gerçekten güneye inip inmeyeceğini zaman gösterecekti.

Kral Minho, tahtının koluna yaslanmış bir şekilde, odadaki havanın giderek ciddiyetini yitirmesinden rahatsızlık duymaya başlamıştı. Her ne kadar buz ejderhasının Conrack topraklarına kadar gelmeye cesaret edeceğine inanmasa da, güvenlik danışmanı Esa'nın ısrarla konuyu gündemde tutması ve Zandar'ın kayıtsız tavırları onu sıkmaya başlamıştı. O, her zaman gerçek tehditleri önceden sezen bir liderdi ve bu mesele ona gereksiz bir abartı gibi geliyordu. Bir yandan Esa'nın önerilerini göz ardı etmeyecek kadar akıllıydı, diğer yandan da Kraliçe Celenia'nın bu konuda fazlasıyla temkinli olmasını gereksiz buluyordu.

Başını hafifçe sağa çevirerek, sert ve net bir sesle konuştu:

"Hadi Celenia, çocukların yanına dön. Zandar'ı da yanında götür."

Kraliçe Celenia, Minho'nun bu emrivaki sözleri karşısında yüzünü hafifçe buruşturdu. Eşini iyi tanıyordu; Minho bir konuda gereğinden fazla konuşulmasını istemediğinde, o konuyu kapatma eğilimindeydi. Fakat Celenia, krallığın iç ve dış tehditleri hakkında her şeyi öğrenmeye kararlıydı. Minho'nun bu meselenin üzerinde fazla durmak istememesini anlayabiliyordu, ama içgüdüleri ona farklı şeyler söylüyordu. Bir an, düşüncelerini toparlayarak hafifçe öne eğildi ve sakince konuştu:

"Bu mesele sadece bir canavar meselesi değil, Minho. Eğer Arashi Krallığı bu ejderhaya karşı koyamazsa, bizim topraklarımızın güvende kalacağını nasıl garanti edebilirsin? Ben burada kalıp daha fazla detay öğrenmek istiyorum."

Minho, kaşlarını çatarak ona sert bir bakış attı. Karısının içgüdüsel merakını biliyordu, ama bu tartışmayı daha fazla uzatmaya niyeti yoktu. Asasını tahtın koluna hafifçe vurarak otoritesini hissettirdi ve sesi artık kesin bir emir tonuna büründü:

"Celenia, gitmeni istiyorum. Çocuklar seni bekliyor."

Kraliçe, birkaç saniyelik sessizlik içinde Kral'a meydan okuyan gözlerle baktı, ama Minho'nun kararını değiştirmeyeceğini anlamakta gecikmedi. Zaten Minho bir karar verdiğinde, ona direnmek genellikle bir sonuç getirmezdi. Zandar'ın, yanındaki muhafızın üzerine hafifçe yaslanarak, alaycı bir gülümsemeyle konuşmasını beklediğini fark etti. Celenia, kendisine bakmakta olan oğlunun hafifçe dudak büktüğünü fark ettiğinde, ona dönüp kaşlarını hafifçe kaldırdı.

Zandar annesine yaklaşıp alçak bir sesle, diğerlerinin duyamayacağı bir tonda konuştu:

"Baba haklı. Konuşmalarını bölmek istemiyorsan, bırak da işleriyle uğraşsınlar."

Celenia, oğlunun bu sözlerine hafifçe kaşlarını çattı ama hiçbir şey söylemedi. Zandar bazen babasına fazlasıyla benziyordu. Kendisi gibi pragmatik ve bazen de fazla kayıtsızdı. Ama kraliçeye asıl dokunan, oğlunun onun burada kalma isteğini küçümseyerek söylediği o rahat cümleydi. Derin bir nefes alarak Zandar'a kısa bir bakış attı, ardından istemese de Minho'nun dediğini yaparak odadan çıkmaya yöneldi. Zandar da annesinin ardından hafif bir tebessümle yürümeye başladı. Kraliçe, arkasında kalan Minho'ya ve Esa'ya son bir bakış attıktan sonra kapının ağır ahşap panellerinin ardından kayboldu.

Kapılar kapanır kapanmaz, Minho gözlerini Esa'ya çevirdi ve ciddi bir ifadeyle derin bir nefes aldı. "Sonunda biraz huzur bulduk," diye mırıldandı. "Kadınlar her zaman fazladan bir mesele çıkarmak zorunda mı?"

Esa hafifçe gülümsedi ama bu konuyla ilgili yorum yapmamayı tercih etti. Kraliçe'nin ne kadar güçlü iradeli olduğunu biliyordu ve onun saray içindeki etkisini küçümsemenin bir hata olacağını düşünüyordu. Konuyu asıl meseleye geri çekerek konuşmaya devam etti:

"Majesteleri, konuyu ciddiye almamanızın sebebini anlıyorum. Ama eğer bu ejderha Arashi'yi gerçekten zor durumda bırakırsa, onların yardım çağrısıyla karşı karşıya kalabiliriz."

Minho asasını hafifçe tahtın yanına dayayarak başını iki yana salladı. "Bize yardım çağrısıyla mı gelecekler? Arashi'yi hiçbir zaman dostumuz olarak görmedim, Esa. Onların sorunları bizim sorunlarımız değil."

Esa, Kral'ın tahmin ettiği gibi cevap verdiğini görerek hafifçe iç çekti. "Evet, dostumuz değiller. Ama ya bu mesele, onların sınırları içinde kalmazsa? Ya ejderha tamamen kontrol edilemez hale gelir ve daha geniş bölgelere yayılırsa?"

Minho kısa bir an duraksadı. Esa'nın endişelerini tamamen göz ardı edemiyordu. Eğer Arashi Krallığı bu yaratıkla savaşamazsa ve ejderha onların diyarlarını aşıp Conrack topraklarına doğru hareket ederse, halk arasında panik ve korku yayılacaktı. Güneyde ejderhalar hakkında pek fazla hikâye anlatılmazdı, çünkü sıcak topraklar onlara göre değildi. Ama eğer gerçekten bu yaratık güneye inmeye mecbur kalırsa, o zaman Conrack'ın topraklarını savunmak için bir plan yapmaları gerekecekti.

Asasını tahtın koluna dayayarak hafifçe öne eğildi. "Sınır boylarındaki karakollara haber verelim. Eğer kuzeyden gelen herhangi bir tehlike belirtisi olursa, bize bildirsinler."

Esa, başını olumlu bir şekilde sallayarak konuştu: "Aklımdaki en makul önlem de buydu, Majesteleri. Eğer bu yaratık kuzeye has bir mesele olarak kalacaksa, hiç sorun değil. Ama olası bir saldırıyı önceden görmek avantaj sağlar."

Minho derin bir nefes alarak gözlerini kapattı, birkaç saniye düşüncelerini toparladıktan sonra tekrar açtı. "Peki, Arthur ve ekibi hakkında ne biliyoruz? Arashi Krallığı'nın bu meseleyi ne kadar ciddiye aldığını bilmek isterim."

Esa, hızla konuyu toparlamak için cevap verdi. "Arthur, Arashi'de tanınmış bir savaşçıdır. Sıradan paralı askerlerden veya cesaret delisi şövalyelerden biri değil. Onun ejderha avına gönderilmesi, krallarının bu meseleyi hafife almadığını gösteriyor. Yanında iyi eğitimli bir grup var. Ancak onların başarı şansı hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz."

Minho kısa bir kahkaha attı. "Şimdiye kadar, insanlar ejderhalara karşı hep başarısız olmuştur. Eğer gerçekten bu canavarı öldürebileceklerini düşünüyorlarsa, ya çok şanslılar ya da çok aptallar."

Esa, Kral'ın bu yorumuna doğrudan karşı çıkmadı. "Eğer başarılı olurlarsa, bu bizim için en iyi senaryo olur. Ama başarısız olmaları durumunda, Arashi'nin kaosa sürükleneceğini de göz önünde bulundurmalıyız."

Minho başını sallayarak hafifçe koltuğuna yaslandı. "Bu meseleyi izlemeye devam edeceğiz. Eğer gerçekten güneye bir tehdit oluşursa, o zaman harekete geçeriz. Ama şimdilik, elimizdeki bilgilerle gereksiz bir endişeye kapılmayalım."

Esa saygılı bir şekilde başını eğdi. "Emredersiniz, Majesteleri."

Böylece büyük odada sessizlik bir süre daha hâkim oldu. Sarayın ağır taş duvarları içinde dönen bu konuşmalar, dış dünyada yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi miydi, yoksa sadece gereksiz bir korku muydu, bunu yalnızca zaman gösterecekti.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.