ZEVK SARAYI

Chapter 69: 7



Ehter, zihninde dönüp duran düşünceleri bir kenara bırakıp başını kaldırdı ve karşısındaki adama gözlerini dikti.

"Sende kimsin?" dedi, sesi hâlâ biraz sert ama merak doluydu.

Adam, hafifçe başını eğerek saygılı bir şekilde konuşmaya başladı. "Benim adım Hannle, efendim. Krallığın doğu sınırında görev yapan bir subaydım. Ancak şimdi buradayım, sizin hizmetinizdeyim."

Ehter, bir süre Hannle'ı süzdü. Adamın üzerinde eski ama hâlâ işlevsel görünen bir deri zırh vardı. Yüzü güneşten yanmış, sakalları hafifçe uzamıştı. Gerçekten bir subay gibi duruyordu. Tavırları disiplinli, ama içindeki merak da açıkça belliydi.

Hannle geri çekildiğinde, Ehter etrafındaki diğer insanlara baktı. 50 kişiye yakın bir grup... İçlerinde muhafızlar, hizmetkârlar, hatta sıradan halktan insanlar da vardı. Bazıları kraliyet hizmetkârlarının disiplinli duruşuna sahipti, bazıları ise daha rahat, belki de geçmişte daha düşük rütbelerde görev yapmış kişilerdi.

Bir süre herkesle tek tek konuşarak tanışmaya başladı. Kimisi geçmişte sarayda görev yapmıştı, kimisi askerî garnizonlardan birinde görev almıştı, kimisi ise daha önce ticaret yollarında çalışmış ama "artık burada" olan insanlardı.

Ehter, yavaşça içinde bir boşluk hissetmeye başladı. Liderlik...

Okuduğu kitaplardan biliyordu. Tarihte büyük krallar, stratejistler ve yöneticiler üzerine pek çok şey okumuştu. Ama bunların hiçbirini uygulamış değildi. Gerçek hayata karşı uyarlaması yoktu.

Şimdi, önünde ona bağlılıklarını sunan insanlar vardı. Ama o ne yapacağını bilmiyordu.

Bir süre sessiz kaldı, sonra içindeki düşünceleri bir kenara atıp derin bir nefes aldı.

"Bakın," dedi, sesi biraz daha güçlü çıkmaya başlamıştı. "Ben bir yönetici değilim. Bir prensim, ama sürülmüş bir prens. Buraya gönderildim, siz ise buraya kendi iradenizle gelmediniz, Esa'nın emriyle geldiniz. O yüzden eğer gitmek istiyorsanız, şimdi gidebilirsiniz."

Odadaki herkes birbirine baktı. Ama hiç kimse kıpırdamadı.

Hiçbir adım atılmadı, hiç kimse konuşmadı.

Ehter'in kaşları hafifçe çatıldı. "Madem gitmiyorsunuz..."

Tam o anda, odanın arkasından bir adam kahkahayla konuştu. "Prensimiz! Şimdi buraya kadar geldik, krallık sürgüne yolladı ama bir de bizi kapının önüne mi koyuyorsunuz?"

Bu sözlere birkaç kişi daha hafifçe gülümsemeye başladı. Birkaç kahkaha yükseldi. O anın gerginliği bir anda dağıldı.

Ehter, bir an duraksadı. Sonra, hafifçe gülümsedi.

Bu insanların onu gerçekten bir lider olarak gördüğü açık değildi. Ama ondan kaçmadıkları da kesindi.

Bunu düşündü ve içindeki bir şey değişti.

"O halde," dedi, "şu kaleyi bir kolaçan edelim. Nereye ne yapabiliriz, nasıl durumda bir bakalım."

Grup hareketlenmeye başladı. Ehter, Hannle'a dönerek ona ilk emrini verdi.

"Sen, bizim için buranın krokisini çıkar. Hangi kısımlar sağlam, hangi bölümler yıkılmış, kaç giriş ve çıkış noktası var, her şeyi not et."

Hannle başını eğerek, "Emredersiniz, efendim," dedi.

Bu, Ehter'in verdiği ilk emir oldu.

Sonra, grupla birlikte kale içinde ilerlemeye başladı. Harabe hâlinde bir yerdi, ama tamamen kullanışsız değildi.

Kale duvarlarının bir kısmı çökmüş olsa da, ana yapılar hâlâ sağlamdı. Odalar, büyük salonlar ve hatta bir zamanlar depo olarak kullanılan geniş taş mahzenler vardı.

Bazı bölgeler tam anlamıyla yıkılmıştı; taş parçaları yerlere saçılmış, kirişler çökmüş, bazı koridorlar tamamen kapanmıştı.

Ama bazı bölümler... yaşamaya uygundu.

Hannle'ın krokisini oluşturmasını beklerken, Ehter yavaşça düşünmeye başladı.

Sanor Kalesi, gerçekten bir sürgün yeri mi olacaktı?

Yoksa...

Bir fırsat mıydı?

Kroki tamamlandığında, parşömene çizilmiş kaba ama ayrıntılı bir harita ortaya çıkmıştı. Artık Sanor Kalesi'nin hangi noktalarının sağlam, hangilerinin tamirata muhtaç olduğu daha net anlaşılabiliyordu. Ehter, parşömeni eline alıp dikkatlice inceledi. Kalede üç ana kat bulunuyordu:

İlk kat, içinde bulundukları geniş salonu, mutfağı ve birçok küçük odayı barındırıyordu. Burası, saray kadar görkemli olmasa da, hâlâ kullanılabilir bir merkezdi. Taş duvarları yıpranmış olsa da sağlamdı ve en azından buradaki yapıların çoğu korunmuş gibiydi. Mutfağın hemen yanında büyük bir yemek salonu vardı, ancak eski kraliyet kalelerine kıyasla oldukça sadeydi.

İkinci kat, yani alt kat, tam anlamıyla keşfedilmemişti. Depo olarak kullanıldığı belliydi ama geniş mahzenin içinde ne olduğu hâlâ bir muammaydı. Büyük taş bloklarla inşa edilmiş soğuk ve loş koridorları vardı. Burada ne saklandığı ya da geçmişte hangi amaçla kullanıldığı henüz bilinmiyordu. Ayrıca, tamamen boş görünen büyük odalar da vardı. Ehter, bunların geçmişte askerî amaçlarla kullanılmış olabileceğini düşündü.

Üçüncü kat, en üst kat, geniş pencereli büyük odalarıyla dikkat çekiyordu. Ancak bu katın en büyük dezavantajı, pencerelerinin zaman içinde köhneleşmiş ve bazı bölümlerinin kırılmış olmasıydı. Rüzgâr ve yağmur, içeriye rahatlıkla girebilirdi. Ancak bu katta tavan oldukça yüksekti ve geniş bir alan hissi veriyordu.

Ehter, üçüncü katta bulunan odalardan birini gözüne kestirdi. Burası onun odası olacaktı.

Bir karar verdiğinde içgüdüleriyle hareket ederdi ve şu anda kalenin en üst katının ona daha uygun olduğunu hissediyordu. Daha geniş bir görüş açısı… Daha sakin bir alan… Eğer burada kalacaksa, en azından kendisine bir yer belirlemeliydi.

Ancak diğerlerinin durumu da önemliydi. Ehter, herkesin bir düzene oturtulması gerektiğini biliyordu. Sadece rastgele bir yerleşim olmamalı, herkes ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yerleştirilmeliydi.

Bunun için parşömene tekrar göz attı ve kaleye yerleşecek kişileri en mantıklı şekilde yerleştirmeye başladı.

İlk kat daha hareketli bir alan olduğundan, mutfağa ve büyük salona yakın olan odalar hizmetlilere ve mutfak personeline ayrıldı. Mutfağın işleyişi için gerekli olanlar bu bölgede yerleşecekti.

İkinci kat daha geniş ve izole alanlara sahipti. Eski askerî mahzenler buradaydı. Buraya, kaleyi savunma konusunda yetenekli olan muhafızlar yerleştirildi. Eğer ilerleyen günlerde kale dışından bir saldırı ya da istenmeyen bir olay olursa, en iyi koruma noktası burası olabilirdi. Ayrıca bu katın keşfedilmemiş bazı bölümleri vardı. Bunları ilerleyen zamanlarda araştırmak gerekecekti.

Üçüncü kat daha yüksek tavanlı ve büyük odalara sahip olduğundan, yönetici pozisyonundaki kişiler için ayrıldı. Hannle gibi yöneticilik vasıflarına sahip olanlar burada kalacaktı. Ve en önemlisi, Ehter burada kalacaktı.

Odalara yerleşme süreci başlarken, Ehter herkesin isteklerini de göz önünde bulundurmak istedi. Bazıları kendilerine yakın arkadaşlarıyla aynı bölgede kalmak istiyordu, bazıları ise daha yalnız ve izole bir yer tercih ediyordu.

Herkesin yerleşimi tamamlandığında, Ehter derin bir nefes aldı. Kalede artık bir düzen oluşuyordu.

Ama içindeki düşünceler hâlâ durmuyordu.

Bu insanlar burada ona bağlılık gösteriyordu. Ama neden?

Kraliçe'nin sürgün olarak gönderdiği bir prens, nasıl olur da bir grup insanın lideri gibi kabul edilirdi?

Bir şeyler gizliydi.

Ve bunu çözmek için henüz çok erkendi.

Şimdi önündeki en büyük mesele, Sanor Kalesi'ni gerçekten yaşanabilir bir yer haline getirmekti.

---

Kral Minho, geniş çalışma masasının başında oturmuş, parşömenlerin, rakamlarla dolu hesap defterlerinin ve stratejik haritaların içinde kaybolmuştu. Oda, ağır meşe mobilyalar, büyük pencereler ve köşelerde yanmakta olan mumlarla aydınlatılmış, sarayın en önemli kararlarının alındığı yerlerden biriydi. Önündeki belgelerde çeşitli rakamlar, tahıl üretimi, vergi gelirleri, ticaret yolları ve ordu için ayrılan harcamalar gibi detaylar vardı.

Düşüncelerine gömülmüş halde çalışırken kapı aniden açıldı ve içeri hızla adımlarla Esa girdi. Minho başını hafifçe kaldırdı, ama yüzünde kayıtsız bir ifade vardı. Sabırsız ve yorgun bir sesle konuştu.

"Ne oldu, Esa? Her şey yolunda mı?"

Esa, kapıyı hafifçe arkasından kapatarak odanın içine doğru ilerledi. İçgüdüsel olarak etrafını kontrol etti, içeride sadece ikisinin olduğundan emin olmak istiyordu. Birkaç adım atarak Kral'ın masasına yaklaştı ve hafifçe eğilerek alçak bir sesle konuştu.

"Efendim, her şey yolunda. Ehter, kaleye ulaşmış durumda. Onun için görevlendirdiğiniz vatandaşlar da herhangi bir itiraz olmadan, sorgusuz bir şekilde yanına yerleştiler."

Minho, kısa bir duraksamayla gözlerini hafifçe kıstı. Sırtını sandalyesine yaslayarak düşünceli bir hâl aldı. "Peki, o nasıl?" diye sordu.

Esa hafifçe başını salladı. "Aldığım haberlere göre fena değil. Hatta ilk emirlerini vermeye başlamış bile."

Minho'nun yüzünde, derin bir anlam taşıyan bir gülümseme belirdi. İçinde bir yerde, bunun böyle olacağını biliyordu. Ehter'in sürgünde sessizce çöküşünü izlemek istememişti. Eğer Ehter gerçekten bir şeyleri anlamaya başlarsa, o zaman bu sürgün, onun için bir kayıp değil, bir başlangıç olabilirdi.

Ama yine de... İçinde bir sızı hissetti. Sinnya'nın yüzü, zihninde bir an belirdi.

Ehter'in annesi... Onun hatırası, Ehter'in gözlerinde yaşıyor gibiydi. Ve bugün, konseyde Ehter'in yüzündeki o tek damla gözyaşını gördüğünde, Sinnya'nın ölmeden önce ona son kez nasıl baktığını hatırlamıştı.

İçinden, yalnızca kendi duyabileceği bir özür diledi. "Affet beni, Sinnya..."

Ama bu bir savaşın parçasıydı. Onu korumanın tek yolu buydu.

Kısa bir süre sessizlik oldu. Minho tekrar kendine gelerek Esa'ya baktı. "Güzel. Bunu kimse bilmeyecek, anlaşıldı mı?"

Esa, başını saygılı bir şekilde eğdi. "Emredersiniz, efendim."

O sırada, odanın dışında ayak sesleri duyuldu. Esa hemen geriye çekildi ve sessizliğe büründü. Minho da konuşmayı sonlandırarak belgelerine döner gibi yaptı. Birkaç saniye sonra, kapı açıldı ve içeri Kraliçe Celenia girdi.

Üzerinde kırmızı işlemeli bir pelerin ve dökümlü, uzun bir etek vardı. Sinsi bir bakışla önce Minho'ya, ardından Esa'ya göz gezdirdi. İkilinin konuştuğu şeyin gizli olduğu açıktı ve bu durum, Kraliçe'yi daha da meraklandırmıştı. Ama yüz ifadesini anında değiştirdi.

Kendine çekidüzen vererek, yumuşak ama otoriter bir sesle konuştu.

"Beni gördüğünüzde sessizleşmenize gerek yok, sevgili Majesteleri."

Minho, gözlerini hafifçe devirdi ama Kraliçe'nin bu sözlerine yanıt vermedi. Elini hafifçe sallayarak Esa'yı gönderdi.

Esa, hemen başını eğip selam verdikten sonra, hızla odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı.

Kraliçe, Esanın çıkışını izledikten sonra, Minho'nun yanına geldi ve nazikçe bir sandalye çekerek oturdu. Pelerinini omuzlarından kaydırarak rahat bir şekilde oturduğunda, sesini alçaltıp kocasıyla daha samimi bir hava oluşturmaya çalıştı.

"Ne yapıyorsun, Majesteleri?"

Minho, gözlerini belgelerinden kaldırarak ona kısa bir bakış attı. Ardından, masanın üzerindeki parşömeni alarak Kraliçe'nin önüne serdi.

"Krallığın ticaret yolları üzerine çalışıyorum. Kuzey sınırlarımızda tahıl üretimi son iki yılda düşüş gösterdi. Hannol Nehri kıyısındaki tarım arazileri verimli, ancak ticaret yolları tam oturtulamadığı için tahıl depolamak ve dağıtmak sorun yaratıyor. Eğer doğuya yeni bir depo inşa edersek, ticaret akışını hızlandırabiliriz."

Kraliçe, Minho'nun gösterdiği haritaya göz attı. Minho her zaman bir yönetici olarak titizdi. Hükümdarlığını, yalnızca orduyla değil, aynı zamanda ekonomiyle de sağlamlaştırıyordu.

Ama o an, Kraliçe'nin aklında daha farklı şeyler vardı.

"Ticaret elbette önemli, Majesteleri." dedi hafif bir gülümsemeyle. "Ama konseyde yaşananlar hakkında konuşmayacak mıyız?"

Minho bir an duraksadı. Konsey…

Konseyde alınan kararın, Kraliçe'yi ne kadar memnun ettiğini biliyordu. Onun için Ehter'in sürgüne gönderilmesi bir zaferdi. Ama Minho için, bu bir yükten kurtulmak değil, koruma amacıyla verilmiş bir karardı.

"Konseyde alınan karar verildi, Celenia." dedi kısa ve net bir şekilde.

Kraliçe gözlerini kısıp ona dikkatle baktı. "Evet. Ama senin için bu karar ne ifade ediyor, sevgili kocam?"

Minho'nun gözlerinde, bir anlık bir sertlik belirdi. "Ne demek istiyorsun?"

Celenia hafifçe eğildi. "Sana uzun zamandır Ehter'in bir sorun olacağını söyledim. Nihayet haklı çıktım. Şimdi, onun gidişiyle artık krallık daha huzurlu olacak. Oğlumuz Zandar, taht için artık rakipsiz."

Minho, Kraliçe'nin bu sözlerini dikkatle dinledi. Ama Kraliçe'nin unuttuğu bir şey vardı.

Ehter hiçbir zaman taht için mücadele etmeyi istememişti.

Onu tehdit olarak gören kişi Kraliçe'ydi.

Ama Minho, içindeki düşüncelerini belli etmedi. Bir süre sessiz kaldı, sonra parşömene geri dönerek konuşmayı sonlandırmak ister gibi bir hareket yaptı.

"Evet, Celenia. Artık mesele kapanmıştır."

Kraliçe bir süre daha ona baktı, sonra hafifçe gülümsedi. "Öyle olsun, Majesteleri."

Ama onun gözlerindeki ışık, bu işin onun için daha yeni başladığını gösteriyordu.

Minho, Kraliçe Celenia'nın dikkatlice kendisini süzdüğünü fark ettiğinde, gözlerini tekrar önündeki parşömene kaydırdı. Celenia her zaman bir şeylerin peşinde olurdu ve şimdi de onun ağzından laf almak için fırsat kolladığı belliydi.

Kraliçe hafifçe başını yana eğerek, sesini yumuşatarak ama içinde iğneleyici bir ton barındırarak konuştu.

"Esa'yla da herhalde bu raporla ilgili konuşuyordunuz, değil mi Majesteleri?"

Minho, anında kendisini ele vermemek için zekice bir hamle yaptı. Hemen kenardaki diğer parşömenlerden birini çekerek masanın üzerine koydu. "Hayır, o değil. İşte bu." dedi ve eliyle belgeyi işaret etti.

Kraliçe, raporu aldı ve incelemeye başladı. Ordunun mevcut durumu ve eksiklikleriyle ilgili bir rapordu. Minho'nun bu konuda detaycı olduğunu biliyordu ama yine de içindeki şüphe hâlâ kaybolmamıştı.

Kaşlarını hafifçe kaldırarak belgeyi incelemeye devam etti. "Ordumuzun eksikleri tamamlanmamış mıydı?" diye sordu.

Minho, kendisine has sabırlı ama otoriter bir ses tonuyla yanıt verdi. "Sen sarayda nedimeler ve diğer saray işleriyle uğraşırken, tabi dışarıda farklı şeyler yaşanıyor, Celenia."

Kraliçe, bu cevaptan hoşlanmamıştı. Yüzüne kısa bir an için gölge düştü. Gözleri hafifçe kısıldı ve Minho'nun yüzüne sert bir bakış attı. Ama bu yalnızca birkaç saniye sürdü. İçindeki öfkeyi göstermedi. Kendi yöntemleri vardı, doğrudan tepki vermek yerine, işine gelen yolu kullanmayı tercih ederdi.

Bu yüzden, Minho'nun masasının etrafında yavaşça dolanarak hafifçe ona yaklaştı. Etekleri ağır ağır süzülerek taş zemine değdi. Eğilip kocasının kulağına yakın bir şekilde konuştu.

"Senin yerinde olsam, bu kadar çalışıp kendimi yormazdım, Majesteleri." dedi, sesi neredeyse fısıltı gibi çıkıyordu. "Zaten bizim için gereken her şey hazır. Oğlumuz Zandar çoktan tahtın gerçek varisi oldu. Onun geleceği konusunda hiçbir endişem yok."

Minho, kısa bir an için başını kaldırıp ona baktı. Zandar.

Kraliçe'nin, oğlu için ne kadar hırslı olduğunu biliyordu. Ama Minho için Zandar hâlâ tamamlanmamış bir figürdü. Güçlüydü, savaşçıydı ama lider miydi? Krallığı gerçekten yönetmeye hazır mıydı? Bunu zaman gösterecekti.

Minho, Kraliçe'nin sözlerine karşılık vermedi. Önündeki parşömene göz gezdirmeye devam etti. Ancak, Celenia'nın bunu bir kayıtsızlık olarak algılamasını istemediği için hafifçe başını sallayarak mırıldandı.

"Zaman gösterecek."

Kraliçe biraz daha bekledi, ama Minho'nun konuya fazla ilgi göstermediğini anlayınca gülümseyerek geri çekildi. Oğlunun ismini her andığında, Minho'nun onunla ilgili belirsiz cevaplar vermesinden pek hoşlanmıyordu. Ama bu onu durdurmazdı.

Pelerinini hafifçe savurdu, uzun etekleri yere değerek kıvrıldı. Tam odadan çıkmak üzereyken, bir an durdu ve Minho'nun omzuna hafifçe dokundu. Bu bir veda değil, bir mesajdı.

Minho gözlerini kaldırıp ona baktığında, Kraliçe hafifçe gülümsedi ve sessizce kapıyı açıp odadan çıktı.

Koridora adım attığında, yüzündeki sakin ifade hızla değişti. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Zemindeki taşların üzerinde topuklarının çıkardığı sert küt küt sesler yankılanıyordu. Sarayın geniş koridorlarını hızla geçerek alt kata iniyordu.

Kısa bir süre sonra, kendi adamlarından biri olan Fetar'ı buldu. Fetar, Kraliçe'ye bağlı çalışanlardan biriydi ve saray içinde gölge gibi hareket eden biriydi. Sessiz, dikkatli ve verilen emirleri sorgulamadan yerine getiren bir adamdı.

Kraliçe, hızlı adımlarla onun yanına yaklaşıp durdu.

"Ne öğrendin?" diye sordu, sesi alçaktı ama içinde gizlenmiş bir keskinlik vardı.

Fetar, başını hafifçe eğerek yanıt verdi. "Prens Ehter, sürgün kalesine ulaştı, Majesteleri. Orada her şeyden yoksun bir biçimde yalnız yaşamaya başladı."

Kraliçe'nin yüzünde hafif, belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Bunu bekliyordu.

Ama yine de, içinde daha fazlasını istiyordu.

Bir süre sessiz kaldı, sonra Fetar'ın gözlerinin içine bakarak yavaşça konuştu.

"Mutlaka gözlemlemeye devam edin." dedi. "Her hareketini izleyin, kiminle konuştuğunu, ne yaptığını öğrenin. En ufak bir şey bile bilmek istiyorum."

Fetar başını sallayarak emirleri kabul etti. "Emredersiniz, Majesteleri."

Kraliçe, bir an daha duraksadı. Yetmez.

Onun yalnız kalması yeterli değildi. Ehter'in gerçekten bu dünyadan silinmesi gerekiyordu.

Bir an gözleri kısıldı, sonra soğukkanlılıkla konuştu:

"Ve bir yolunu bulduğunuzda…" Sesini alçalttı. "…mutlaka onu gebertin."

Fetar, bu emir karşısında en ufak bir tereddüt göstermedi. "Anlaşıldı, Majesteleri."

Kraliçe, başka bir şey söylemeden hızla geri döndü ve uzaklaştı.

Geniş koridorlarda yürürken yüzünde artık tam anlamıyla bir zafer gülümsemesi vardı.

Bu iş burada bitmemişti. Ama bitecekti.


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.